Part Fifty Four- Home

2.8K 176 23
                                    


Elimdeki telefona çatık kaşlarla bakıyordum, çünkü Adler ben uyanır uyanmaz bu lanet şeyi getirmiş, avuçlarımın arasına bırakmış, sonra da babamın gece boyu aradığını söylemişti ve ben, sabahın körü olmasının da etkisiyle algılamakta güçlük yaşıyordum.

"Adler, doğru mu anladım?" derin bir nefes alıp saçlarımı geriye attım ve yatağın üzerinde oturur duruma geçip kusursuz yüzüne baktım. "Babam birdenbire pimpirikli bir şekilde aramaya başladı ve sabaha kadar durmadı, öyle mi?"

Başıyla onayladı ve yanıma oturdu, duştan yeni çıktığı belliydi, aniden iştahım kabardı. Kaslı, sanat eserlerini gölgede bırakacak gövdesi çıplaktı, güçlü bacaklarını ise siyah bir eşofman altı kavramıştı. Kahvenin en güzel tonu olan saçları dağınık, ıslaktı, birkaç telin ucundan özgürlüklerini ilan eden su damlacıkları, çıkık elmacık kemiklerinin üzerine düşüyor ve aşağı süzülüp kirli sakallarının arasında şiirsel bir şekilde kayboluyordu.

Tek elimi yanağımın altına dayayıp iç çektim, çünkü bu insan üstü tanrımsı varlık, yine bana nefes almayı unutturacak kadar şahane görünüyordu.

Kollarını kavuşturup yüzüme bakmadan hemen önce uzun parmaklarıyla geriye attığı ıslak saçlarının burnuma dolan ferah kokusu, gözlerimi arzuyla kırpıştırmama neden oldu. O da bakışlarımda belirdiğine emin olduğun alevlerden bunu anlamış olacak ki sessizce güldü, sonra buz mavisi gözleriyle elimdeki telefonu işaret etti. "Önce babanla ilgilen, Lexi. Sonra sabırsız sabah ateşini söndürmek için bir şeyler yapmayı düşünebiliriz."

Heyecanla başımı salladıktan sonra telefonumun ana ekran tuşuna bastım ve...

...Aman Tanrım.

Tam elli sekiz cevapsız çağrı vardı ve hepsi de babamdandı, başta önemsiz bir konu olduğunu, sadece beni özlediğini düşünsem de bu kadar büyük bir ısrarla konuşmak istemesi beni ürpertti. "N-ne olmuş olabilir ki?" diye kekelediğimde Adler omuzlarını silkti. "Hiçbir fikrim yok. Yani... aklıma gelen birkaç şey var elbette ama bunlar, onun düşünmesi imkansız olan şeyler."

Alt dudağımı çiğnedim. "O zaman öğrenmenin tek yolu var." Adler tek kolunu omzuma dolayıp bana destek çıktığında yutkundum, son kez cesaret alırcasına beni içine çeken, etkisi altına alıp hipnotize edici gözlerine baktım ve babamı geri aradım.

Daha ikinci çalışta telefon açıldı, kendimi babamın her zamanki sıcakkanlı, sevgi dolu "Merhaba balım!" cevaplamasına hazırlamıştım ama, duyduğum ses beni şoke etti, resmen yerime çiviledi.

"Lexi!" diye bağırmıştı anında ve bunu öyle bir tonda söylemişti ki istemsizce titremiştim, çünkü o sesin eski sıcaklığından eser yoktu, bu yeni tını bir sürü kötü şey barındırıyordu; pürüzlüydü, endişeli, sinirli ve... neredeyse nefret dolu.

"Baba?" benim hitabım da sesim de her zamanki gibiydi, diğerlerinden tek farkı bu seferkinin dudaklarımın arasından sorarcasına çıkmış olmasıydı. "Baba, ne olu..."

Aniden sözümü kesip araya girdi. "Neredesin sen?" Sertti, tanrım... ilk defa sertti ve bağırıyordu, bir kez daha titredim ve Adler'in elleri, kollarımı kavrayıp benim için endişeli olduğunu belirten bir şekilde ama yine de nazikçe sıktı. Nefes almaya çalışıp "A-arkadaşımlayım, e-elbette." dediğimde derin bir sessizlik oldu, kulakları sağır edecek türde bir sessizlik.

Sonra babamın alaylı, öfkeli gülüşü doldu; önce kulağıma, ardından beynime. "Yalan söylüyorsun."

İçgüdüsel olarak hızla başımı çevirip Adler'e baktım, o da biraz şaşkın, biraz gerilmiş bir halde bana döndü; çok yakınımda olduğu için babamın cümlesini duyduğunu ve bunu kesinlikle beklemediğini biliyordum. Nefesini tuttuğunu duydum ve sonra yeniden kekeledim. "N-ne demeye çalışıyorsun sen?"

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin