İki gün boyunca Adler'i görememiştim, çünkü Katy-kahrolası-Watson kendi ilgilenmişti onunla. Dikişleri aldıktan sonra özel ilgi gerekiyormuş, hah. Onu pabucuma anlatsındı. Bunu Komutan Thompson'un yaptırdığına bahse vardım.
Ama benim Adler'i görmem gerekiyordu. Onunla konuşmam gerekiyordu. Onu kurtarmam gerekiyordu! Hala umudum vardı.
Oda 159'un önünde dururken tam olarak bunları düşünüyordum. Etrafıma baktım ve kimsenin görmediğinden emin olduktan sonra hızla kapıyı açıp içeri girdim. "Adler! Hey, Adler!" diye fısıldarken gözlerimi odada gezdiriyordum. Neredeydi bu adam?
Odanın ortasına doğru geri geri yürürken sert bir şeye tosladığımda, korkudan tam çığlık atacaktım ki büyük bir el ağzımı kapattı. "Şşşt, sakin ol Lexi! Benim."
Adler'in sesini duyar duymaz rahatlamıştım, elini ağzımdan çektiğinde nefes alıp ona doğru döndüm ve... Aman Tanrım... Yine duş almıştı, inatçı ajan. Belirgin köprücük kemiklerinden süzülen su damlalarının geniş, pürüzsüz göğsüne, oradan da karın kaslarındaki girintilere ilerlemesini ve belindeki havluda kaybolmasını seyrettim dalgın bir şekilde. Büyüleyici bir manzaraydı bu.
İstemsizce elimi kaldırdım ve ona dokunmak için uzattım, ama ne yaptığımı anlamak istercesine kaşlarını çatınca kendime gelip yumruk haline getirdiğim elimi hızla geri çektim. "Şey, affedersin Adler... biliyorum, dokunulmaktan hoşlanmıyorsun. Ben öylesine uzanmıştım sana zaten. Ah, lanet olsun, boş versene." Batırmıştım ve kesinlikle çok utanıyordum.
Başparmağını kaldırıp "Hey, sorun yok." dedi hafifçe tebessüm ederken, ama bence zorlama bir hareket olmuştu. "Sen otur, ben de giyinip geleyim, olur mu?"
"Tabii." diye mırıldandıktan sonra yatağın yanındaki sandalyeye oturdum ve yüzümü ellerimin arasına alıp utançla inledim. Şu anda kıpkırmızı olduğumu hissedebiliyordum. Elimi öyle uzatırken ne düşünüyordum ki!? Sanırım böyle kusursuz bir varlığın gerçekliğinden şüphelenmiş, onu kafamda kurmadığımdan emin olmak istemiştim.
Birkaç dakika sonra giyinmiş bir halde geldi ve yanımda, ayakta durdu. "Nerelerdeydin küçük? Yerine şu hocan olan suratsız kadın geldi. Seni merak ettim."
Alt dudağımı ısırdım, cidden merak etmiş miydi ki beni? "Ben gelmek istedim, ama Katy aptalı bir türlü izin vermedi, resmen beni oyalamak için türlü türlü iş verdi kadın. Bu olayda Thompson'un parmağı olduğunu düşünüyorum."
"Bence de öyle. O ihtiyar yok mu, her şeyde parmağı var zaten." dedikten sonra mavi gözlerini gözlerime dikti. "Şu odadan çıksak mı? Beni çok bunaltıyor da."
"Elbette, gel." dedim ve kapıya doğru ilerledim, o da birkaç büyük adımda yanıma yetişti ve koridorda beraber yürümeye başladık. Oflayarak "Bu lanet hastaneden sıkılmıyor musun?" diye sorduğunda güldüm. "Sıkılıyorum. Ama yapacak bir şey yok, doktor olmayı ben seçtim."
"Burada sadece birkaç gün kalmış olmama rağmen ölesiye sıkıldım. Sağlık personelleri olarak nasıl dayanabildiğinizi anlamıyorum."
Gülümsedim. "Başka, daha serüvenli bir yaşam tarzını ben de isterdim. Ama bilirsin, herkes senin gibi önemli bir ajan olamıyor Adler."
"Haklısın," diye mırıldanırken çıkış kapısını benim için açmıştı. Minnettar bir bakış atıp bahçeyi adımlamaya başladığımda arkamdan geldi ve beraber bir banka oturduk. Karşıma değil, yanıma oturmuştu ve kollarını iki yana açtığı için kanatlarının altında gibi hissetmiştim. Bu da bana sebepsizce güven vermişti.
Ona doğru döndüm ve yüzünü incelemeye başladım. Bembeyaz bir teni vardı, kirli sakallarını biraz kısaltmıştı ve çok iyi duruyordu, mavi gözlerini çevreleyen kirpikleri uzun ve hafif kıvrımlıydı, burnu oldukça keskindi, elmacık kemikleri belirgindi, gülünce yanaklarında beliren çukurları ve çok hoş dudakları vardı. Hayatımda gördüğüm en yakışıklı erkekti o. Ve sonsuza kadar da öyle olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...