Adler'den;Ben... böyle olacağını düşünmemiştim. Hem de hiç. Lexi bir kez bile sesini çıkarmamış, bağırıp çağırmamış, küfretmemiş, hiçbir şekilde karşı çıkmamıştı.
Ve aslında, bunları yapmasını dilerdim, arka koltukta gözlerini tek bir yere odaklayıp sessizce ağlamasını ve kısa süreli baygınlıklar geçirmesini değil...
Yutkunamıyordum, ciddi anlamda. İçimden geçen tek şey, lanet arabayı durdurup Lexi'yi çözmek ve ona sıkıca sarılmaktı, ancak küçüklüğümden beri görevime bağlı bir şekilde yetiştirilmiş sinaps ve nöronlarım beni dinlemiyordu.
Josh'la konuştuğumuz ikinci konuma gelebildiğimde, arabayı yavaşlattım ve dikiz aynasından defalarca kez yaptığım gibi Lexi'nin yüzüne baktım. Yine göz göze gelemedim onunla, güzel gözlerini bana çevirmeyi ısrarla reddediyordu. Haklıydı da. Kim, hayatını mahveden adamla bakışmak isterdi ki?
Arabayı durdurup indim, Josh Bay Koller'e ait olduğunu bildiğim büyük jet uçağının yanında, kollarını bağlamış bir şekilde bekliyordu. Beni gördüğünde gülümsedi. "Sonunda gelebildin. Jet kalkışa ve Almanya yolculuğuna tamamen hazır, ayrıca şu an kimsenin peşimizde olmadığından ve bizi izlemediğinden de eminim." İfademde bir değişiklik olmazken iç çektim ve konuşmak için dudaklarımı araladım. "Ne olursa olsun David Brooks'u hafife almamalıyız. Şüpheye düştüğü takdirde harekete geçecektir. Elimizi çabuk tutup sıvışalım şu lanet ülkeden."
Josh uslu uslu başını salladı ve hızlı adımlarla jete doğru ilerledi, ben de yeniden arabama yönelip arka kapıyı açtım. Lexi bana bakmadı, yine. Sadece onu nazikçe kucakladığımda gözlerinin dolduğunu ayrımsadım. Onu jete taşırken fısıldadım. "Ellerin ve ayakların acıdıysa seni çözebilirim."
Cevap vermedi, umursamadı bile, gözleri uzaklardaydı. Sanki vücudu kucağımda değil gibiydi. Ellerimin dokunuşunu minimuma indirmek için hiç kıpırdamıyordu. İçimden geçen, aniden başını göğsüme yaslama ve saçlarının kokusunu içime çekme içgüdüsüne şiddetle karşı çıktım. Onu en son böyle taşıdığımda, küveteydi yolculuğumuz, beraberdik ve iyiydik. Ya şimdi?
Her şeyin içine etmiştim.
Josh jetin kapısını açtıktan sonra bana doğru ilerleyip kucağımdaki Lexi'ye baktı ve şaşkınlıkla kaşlarını kaldırırken konuştu. "Tanrım... Kız o kadar sessiz ki, ağzını bantladın sanmıştım."
Kaşlarımı çatıp ona uyarıcı bir bakış attım, ama devam etti. "Şuna baksana, kaçırılan biri nasıl böyle sakin olabilir?"
Gözlerimi sıkıca kapatıp sakinleşmeye çalışırken konuşmak için üst üste üç dört kez yutkundum. "Sanırım... şoka girdi." diye mırıldanmayı başarmıştım sonunda. "Zavallı kızı kendine nasıl bağladıysan artık..." dediğinde kendime hakim olamayıp Josh'un karnına sert bir tekme geçirdim. Acıyla inleyip geriye doğru savruldu ve yere eğilip öksürürken yüzüme şokla baktı. Kucağımdaki Lexi de ilk defa bir tepki verip korkuyla kollarımda sıçramıştı, şimdi de hafifçe titriyordu. O an kendimden bir kez daha nefret ettim.
Küçük doktorum, benden korkuyordu.
"Bir daha asla saçma şeyler söylemek için o siktiğim ağzını açma!" diye bağırdım sonunda toparlanmış olan Josh'a. Kırgın bir şekilde yüzünü çevirdiğinde kaşlarımı çattım. "Anladın mı beni?!"
"Anladım Bay Hartmann." diye mırıldandı ve kırgın ifadesini bozmadan yeniden jete girdi. Bana çok nadir 'Bay Hartmann' diye hitap ederdi, o zamanlarda da cidden bir sorun var demekti. Ancak şu an bunu takacak gücüm ya da sabrım yoktu; arkasından merdivenlere yöneldim ve jetin içine girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...