Part Thirty Five- Hallucinate?

3.8K 221 122
                                    


Yazardan;

Adler, elindeki dürbünle miting alanını izlerken kendi kendine konuştu. "Şu an için herhangi bir sıkıntı yok gibi görünüyor, Brooks. İyisin."

Josh'la Amerika'ya geleli yaklaşık iki ay olmuştu ve bu zaman sürecinde yaptığı tek şey belirli bir mesafeden David Brooks'un arkasını kollamaktı. Lexi'yi röportajlar haricinde görememişti daha, evden hiç çıkmıyor olmalıydı. Onu düşündüğünde kalbine ince bir sızı yayıldı ama kendini toparlamak için yeniden etrafı inceledi.

Aniden, Brooks'u dinleyen kalabalığın biraz ötesinde, yanındaki birkaç kişiyle konuşan siyah takım elbiseli adamı görünce dikkat kesildi Adler. Dürbünün derecesini ayarlayıp her bir adamın yüzünü tek tek inceledi. Ajan hisleri yanılmıyorsa, bu heriflerin niyeti kesinlikle kötü olmalıydı.

Kıstığı buz mavisi gözlerini oradan ayırmadan yanındaki uzun menzilli ve susturuculu silaha uzandı, ardından pozisyon alıp beklemeye başladı. Tam da tahmin ettiği gibi, adamlar Brooks'un korumalarının dikkat etmediği bir saniyede bellerindeki silahlara davranmışlardı. Adler kendi kendine güldükten sonra beş saniye saniye kadar kısa bir sürede, adamlar daha hiçbir şey yapamadan hepsini tek tek indirdi.

Birileri kanlar içinde yere yıkılan adamları gördüğünde çığlık attı ve büyük bir kargaşa çıktığında Adler son kez kalabalığı tarayıp silahını çantasına yerleştirdi. Uzandığı yerden kalkıp ceketini silkti ve hızlı adımlarla kaldığı otelin çatısından ayrıldı.

⚡️⚡️⚡️

David Brooks, limuzininden indiğinde resmen sinirden köpürüyordu. "Adamlar bana suikast girişiminde bulunuyorlar ve haberiniz olmuyor ama gizli bir kahraman, siz kıçınızı kaşımak ve muhabbet etmekle meşgulken beni kurtarıyor. Öyleyse size neden para ödüyorum ben, kahrolası aptallar?!"

Korumaların diyecek hiçbir şeyleri yoktu, sadece birer özür mırıldanarak gözlerini yerden kaldırmamayı tercih ettiler. Oysa Brooks'un öfkesi dinmemişti daha, dişlerini gıcırdatarak devam etti. "O müthiş adamı bulma ihtimalim olsa hepinizi kovardım, kuş beyinliler!"

O sırada evden çıkmakta olan Lexi'yi gördü ve bir anda yumuşayıp gülümsedi. "Merhaba balım."

Lexi babasına doğru birkaç adım attı. "Merhaba baba. Her şeyi duydum. Bir sıkıntı yok, değil mi?"

Brooks adamlarına yan bir bakış attı. "Yok, Tanrı'ya şükürler olsun ki tanımadığım keskin nişancının biri beni kurtardı."

Lexi babasına sarılınca David onun saçlarını okşadı ve "Christopher ile mi buluşacaksın?" diye sordu. Lexi başıyla onayladı. "O kadar çok ısrar etti ki kabul etmek zorunda kaldım."

Brooks sırıttı. "Ne zaman evlenmeyi düşün..."

Lexi başını onun göğsünden kaldırıp "Baba!" diye çıkışarak sözünü kestiğinde David Brooks ellerini havaya kaldırıp güldü. "Tamam, tamam. Bir şey demedim. Kendine iyi bak."

"Sen de." diye mırıldandı Lexi ve kapının önünden gelen korna sesini duyunca göz ucuyla Christopher'ın arabasına baktı. Babasına son kez el salladıktan sonra hızlı adımlarla kendisini gülümseyerek bekleyen genç adama doğru ilerledi.

"Selam," diyerek arabasından indi Christopher. Güneş gözlüğünü katlayıp ceketinin iç cebine attıktan sonra Lexi'nin elini tutup dudaklarına götürdü. "Çok güzel görünüyorsun, her zamanki gibi."

"Teşekkürler, Christopher." dedi Lexi gözlerine ulaşamayan bir gülümseme eşliğinde. "Ama normal bir kot ve tişört giydim, bence pek de abartılacak bir yanı yok."

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin