Part Fourty Two- Scratches

4.4K 215 54
                                    


Kahvaltıya indiğimizde, Adler karşıdan el sallayan Josh'u gördü ve oturduğu masaya yürüdü. "Günaydın aşıklar, nasılsınız bakalım?" dedi Josh biz yaklaşınca, kocaman gülümseyerek. Ben de Adler'in omzunun üzerinden gülümsedim. "Günaydın. Çok iyiyiz."

Adler de göz kırparak Josh'a selam verdi ve beni sandalyeye bıraktıktan sonra ikimize tabak hazırlamak için açık büfeye doğru ilerledi. Ben arkasından aşık aşık bakarken Josh sırıttı. "Sanırım sorunlarınızı halletiniz?"

"Evet. Yeni bir sayfa açmaya karar verdik." dediğimde ellerini kenetleyip etrafına bakındı ve bana doğru eğildi. "Göreviyle ilgili konuştun mu peki?"

"Tanrım, hayır!" dedim elimle alnıma vurarak. "Tamamen unutmuşum, lanet olsun."

"Az zamanımız kaldı, Lexi." dedi Josh, yüzündeki memnuniyetsizliği rahatlıkla okuyabiliyordum. "Bay Koller de burada ve..."

"Bir dakika, Bay Koller burada mı?"

Sesim gereğinden fazla şaşkın çıkmıştı ama o adamı burada görmekten hoşnut olmayacağımdan emindim. Sonuçta pek de iyi bir şekilde ayrılmamıştık, değil mi? Josh endişeli bakışlarımı yakalayınca güven verircesine elimi sıktı. "Hey, sorun yok. Sana bir şey yapamaz, zaten köprünün altından çok su aktı."

Başımı salladım ve gergin görünmemeye çalıştım, bu arada Adler'in kalın sesi girdi araya. "Elini Lexi'nin elinin üzerinden çekmek için bir saniyen var Josh. Tabii parmaklarını yerinde seviyorsan."

Josh gülerek elini geri çekti. "Kıskanç, despot herif. Ben olmasam nasıl buluşacaktınız acaba? Devreye girmeseydim eğer, büyük ihtimalle tüm hayatınız boyunca sürünecek, sonra da dramatik ve romanlara yaraşır bir şekilde intihar edip hayatlarınızı sonlandıracaktınız."

Adler yanımdaki sandalyeye otururken ona baktı, hem de gerçekten samimi ve sempatik bir şekilde. "Haklısın. Bugünlük parmaklarını kırmayacağım. Ama yine de Lexi'ye temas etmemeni tercih ederim."

Josh sırıtarak başını sallarken ben de Adler'in getirdiği tabağa bir göz attım. Bilerek veya bilmeyerek sevdiğim her şeyden koymuştu, mutlulukla çikolata sosunu alıp pankeklerin üzerine sıktım. Bu arada asansöre binmeden önce bize garip garip bakan yaşlı çift masamızın yanından geçti ve gözlerinde yine o yargılayıcı bakışları görüp kaşlarımı çattım. "Adler?"

Ağzına bir parça peynir atmadan önce bana döndü. "Söyle bebeğim." Josh bu kelimeye karşılık olarak değişik sevinç sesleri çıkartırken güldüm ve göz devirdim. "Az önceki çift, hani şu asansör beklerken bize garip garip baktıklarını söylediğim; işte onları yine gördüm ve hâlâ aynı şekilde bakmaya devam ediyorlardı. Biz yanlış bir şeyler mi yaptık?"

Josh ağzını araladığı anda Adler öksürmeye başladı, ona endişeyle portakal suyunu uzattığımda aldı ve tek dikişte bitirirken Josh'a uyarıcı bakışlar atmayı ihmal etmedi, ama olan olmuştu bile. "Tanrı aşkına Lexi," dedi Josh sırıtarak ağzındaki salamı çiğnerken, "bakmaları çok normal. Gece öyle gürültülüydün ki! Ah, tüm otel sakinlerinin Adler'in adını öğrendiğinden eminim."

Gözlerim büyürken öksürme sırası bendeydi, bu sefer ne portakal suyu ne de su işe yarardı, en son öksürüğüm bir türlü durmayınca Adler beni kucağına çekip sarstı ve ancak kendime gelebildim. İki erkek kahkahalarla gülerken saç diplerime kadar kızardığıma emindim, yüzümü Adler'in omzuna bastırıp gizlemeye çalıştım. Kahkahaları bitince saçlarımı okşayarak konuştu. "Ben de farkındayım, ama küçük doktorum utanıp başımın etimi yemesin diye susuyordum, seni aptal."

"Ama cidden," diye devam etti Josh. "bir ara duvara vurasım falan geldi. Sap olduğumu son raddesine kadar hissettim uyumaya çalışırken."

Adler boynuma küçük bir öpücük bıraktı. "Hem gürültülüydü hem de vahşi. Sırtımın halini bir görsen... işkence etselerdi bu kadar yaralanmazdım."

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin