Part Twelve- Limits

5.2K 261 55
                                    


Lexi'den;

Adler'i hastaneye götürmek yerine babamla kaldığımız eve getirmiştik. Onun bundan kesinlikle rahatsız olduğu aşikardı ama yapacak bir şeyim yoktu; babamın isteği böyleydi -büyük ihtimalle gözünün hep üzerinde olmasını istediği için- ve elbette sürekli yanımda olması benim de işime gelirdi.

Yolculuk boyunca neredeyse hiç konuşmamış, gelir gelmez de birkaç litre su içtikten ve yemek yedikten sonra duşa girmişti. Canının yanacağı gerçeğini hiç umursamıyordu herhalde. Veya acı eşiği oldukça yüksek olmalıydı.

Banyodan çıktığında, ona evi gezdirmeye başladım. Mutfağı, tuvaleti, yemek odasını, çalışma odasını, misafir odalarını, babamın odasını tek tek gösterdim. Çok ilgili görünmese de inceledi evi. Benim odama geldiğimizde gülümsedim. "Bu da benimki."

Gözlerini beyaz duvarlarda gezdirdi. Ardından yatağıma doğru ilerleyip kahverengi peluş ayıyı eline aldı. Gülmeye başladığında ellerimi belime yerleştirdim. "Ne?"

Ayıyı yerine koyarken başını iki yana salladı. "Yirmi dört yaşında biri neden yatağında oyuncak barındırır ki?"

"O, annemin bana yedi yaşıma girdiğimde aldığı ayıcık. Yani manevi değeri var diyelim. Ve oyuncakları sevmenin yaşı olmaz Bay Hartmann."

"Doğru, haklısın." dedikten sonra yeniden yanıma geçti. Gözlerine baktım. "Yaralarınla ilgilenebilir miyim?"

"Fazla problem değil aslında." dediğinde haşin bakışlarımı fark etmiş olacak ki güldü. "Burada mı?"

"Evet. Sen tişörtünü çıkartıp bekle; ben de gerekli malzemeleri getireyim."

"Tamam." Tişörtünün eteklerine uzandığında yutkunmamak için üstün bir çaba sarf ederek odadan çıktım ve uzun bir süre sonra ilk yardım çantasını bulmayı başarıp geri döndüm. Yatağımın üzerinde üstsüz bir şekilde oturuyordu, gözlerini elimdeki çantaya dikti. "Bu kadarına gerek olduğunu sanmıyorum Lexi, gerçekten."

"Mızmızlanmayı kes ve yüzüstü yat Adler."

Dediğimi yapıp uzandığında sırtını kontrol ettim, kanlardan arınınca yaraların gerçek boyutu ortaya çıkmıştı. Çoğu kabuk tutmuş ve iyileşmeye başlamıştı bile. Fazla kötü değildi, dediği gibi. Ama bu onun vücudunun dayanıklılığından kaynaklanıyordu. Normal bir insanın derisi kesinlikle tek parça halinde kalamazdı, eğer aynı muameleyi görseydi.

Çantadan biraz krem alıp olabildiğince beyaz ve yaralar dışında pürüzsüz olan teninin üzerine yaymaya başladım. Bilmiş ses tonuyla "Sana demiştim." dediğinde güldüm. "Doktor sen ol o zaman."

"Bana göre değil."

"Doğru, sen kurşunların üzerine uçmayı falan seviyorsundur büyük ihtimalle."

Sessiz kaldı, ben de işime odaklandım. Tenine değen parmak uçlarım karıncalanıyordu. Okşuyor muydum yoksa krem mi sürüyordum, artık farkında bile değildim. Tekrar konuşarak beni daldığım hayallerden çekip aldı. "Bence yeterli Lexi."

"Ah, şey... evet."

Doğrulup yeniden oturur duruma geçti ve bana döndü. "Dokunmayı çok seviyor gibisin." Başımı öne eğip parmaklarımla oynamaya başladım. "Pek sayılmaz. Sanırım bu sadece senin için geçerli."

Buz mavisi gözleri benimkileri delip geçerken tek elini yanağıma dayadı ve üzerime eğildi. Nefesim kesildi, kalbim hızlandı ve ben bir anda etkisi altına girip kendimi dudaklarımı aralamış, gözlerimi kapatmış bir halde buldum. Kokusu akciğerlerime bayram ettirirken biraz daha yaklaştı, artık sıcak nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Bu adam kesinlikle kalbime iyi gelmiyordu.

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin