Ah, Tanrım, ona sarılmak muhteşem hissettirmişti, o karşılık verememiş olsa da. Hiç bitmesini istemediğim saniyelerin ardından ayrıldığımızda, duygu dolu bir ifadeyle yüzüne baktım, Adler de kurumuş dudaklarını gererek hafifçe gülümsedi. Bu çökmüş haliyle bile çok yakışıklıydı. Mesela gözlerinin altında oluşmuş mor halkalar, mavilerinin parlaklığını gölgeleyememişti. Veya o yaralar, demirden vücudunun duruşunu neredeyse hiç etkilememişti.Bir adım geri çekildiğimde askerler gelip Adler'in bileklerini çözdüler. O da serbest kalır kalmaz bağlı kaldığı düzenekten uzaklaştı ve kollarını indirirken yüzünü buruşturdu. İki gündür bağlı kaldığından zorlanmış olmalıydı, hemen yaklaşıp pazılarına masaj yapmaya başladım.
"Sakın ani bir hareket yapma Adler, kasların uzun zaman bu halde kasılı kalmaya alışmış çünkü. Yavaş yavaş hareket ettirmeye çalış lütfen. Acıyor mu?"
"Sadece ağrıyor." dedi söylediğimi yapıp kollarını yavaş hareketlerle rahatlatmaya çalışırken. Birkaç dakika devam etti, ardından gözlerime bakarak kollarını iki tarafa açtı. "Şimdi bir kez daha sarılalım. Az öncekinde pek bir etkim olmamıştı biliyorsun."
Gülümseyerek yeniden sarıldım ona, bu sefer farklı olan şey onun da bana sıkıca sarılmasıydı. Kaslı kollarının arasındayken, içim tanımlayamadığım, sıcak ve kalbimi hızlandıran bir hisle ağzına kadar doldu. Gözlerimi kapatıp bedeninin muazzam sıcaklığının ve erkeksi kokusunun keyfini çıkardım. Parmaklarımı belinden kaydırıp geniş sırtına getirdiğimde, ellerimin altındaki vücudunun aniden kasılmasını beklemiyordum, korkup hemen geri çekildim. "İyi misin? Canını mı acıttım? Adler?"
"Hayır, hayır. Sadece... sırtım..." diye mırıldandığında hızlı adımlarla dolanıp arkasına geçtim. Yüce İsa, sırtı da kanlar içindeydi ve derin yaralarla doluydu. Tek elimle ağzımı kapattım ve yere çöktüm, Thompson'u öldürmek istiyordum. O işe yaramaz, zalim herif, Adler'e bunu nasıl yapabilmişti?
Gözlerimden birkaç damla yaş yanaklarıma düşünce bana döndü ve yanıma çömeldi.
"Ağlama Lexi." diye mırıldandı saçlarımı okşayarak. Mavi gözlerine bakmak için yüzümü kaldırdım. "Adler, bunu isteme benden. Sırtını ne hale getirmiş baksana! Tanrı aşkına, neyle yaptı bunu?"
Gözyaşlarımı parmaklarıyla silmeye başladı. "Boş ver. Bu önemli değil. Bak, sen buradasın ve ben de yaşıyorum. Masallardan fırlamış gibi görünen güzel bir doktorun beni kısa sürede iyileştireceğinden eminim." Kısık sesle gülüp yanağımı büyük, sıcak avcuna bastırdım.
Ben gözlerimi bile kırpmadan onu izlerken babamın "Şu meşhur Adler senmişsin demek." diyen sesini duyduğumda irkilip toparlandım, ne zaman gelmişti ki? Adler de babamı burada beklemiyor olmalıydı, elini suratımdan çekerken bariz bir şekilde gerildiğini hissettim. "Evet, benim. Merhaba Bay Brooks. Yarı çıplak ve kurumuş kanla kaplı bir halde olduğum için üzgünüm. Kesinlikle daha iyi bir tanışmayı hak ediyorsunuz."
"Sorun değil. Memnun oldum." Babam elini uzattığında Adler bir saniye duraksadı, ardından açığını kapatmak istercesine kendininkini kavrayan elle hızla tokalaştı. "Size teşekkür etmek istiyorum Bay Brooks. Beni acımasızca öldürülmekten kurtardığınız için."
"Asıl Lexi'ye teşekkür etmelisin genç adam. O istemeseydi hiçbir şeye karışmazdım." dedi babam hafifçe gülümseyerek. Adler bana döndü ve uzun uzun baktı, bu farklı ve yoğun bakışı içimin karıncalanmasına, kanımın kaynamasına neden olmuştu. "Biliyorum," diye fısıldadı mavilerini kahvelerimden ayırmadan, "Ona teşekkürlerimi daha uygun bir zamanda ve daha özel bir anda sunacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...