Part Twenty Nine- Too Late

5K 243 35
                                    


Kilitlenmiş, öylece gözlerine bakıyordum. Yüzümün geçirdiğim şok dolayısıyla şekilden şekile girdiğinden emindim. Bana... 'seni seviyorum' mu demişti o? Yüce Tanrım... "Şey... sarhoşsun ya... o yüzden dedin herhalde. Kafan iyi değil..."

Ellerimi avuçlarının içine alıp gülümsedi. "Lexi, bilincim tamamen yerinde. Ve seni çok seviyorum."

Gözlerim kararınca bayılacak gibi oldum, ama ani bir hareketle beni tutup yanına çekti ve bir saniyeliğine gözlerime baktıktan sonra dudaklarıma kapandı. Nefesim kesildi ve kendimi bir anda cennette gibi hissettim. Dudaklarımın üzerinde onunkilerin hareketini hissetmeyi, öpüşünün sıcaklığını, tadını ne kadar özlediğimi anladım o anda. Ayrıca beni öyle yumuşak ve karşılık beklemeden öpüyordu ki gözlerim doldu.

Kısa süre sonra pişman olmuş gibi geri çekilip oldukça yakın bir mesafeden gözlerime bakmayı sürdürdü. "Ben... kendime hakim olamadım Lexi. Üzgü..."

Bu sefer ben atılıp dudaklarını yakalamıştım. Evet, bu yanlıştı, farkındaydım ama kendimi durduramıyordum. Adler benim hem yaram hem de yara bandımdı. Onun dudakları, bedeni, sesi, gözleri, dokunuşları resmen uyuşturucu gibiydi; bana üzüntülerimi, kızgınlıklarımı, dertlerimi unutturan bir uyuşturucu.

Öpüşlerime misliyle karşılık verirken ağırlığını vermeden üzerime uzanıp ellerini belime attı ve dairesel hareketlerle okşamaya başladı. Ben ise artık kendimi kaybetmiştim, ellerimi yanaklarına koyup delicesine bir istekle öptüm onu. Tüm vücudum alev almıştı. Artık aklımda ondan başka hiçbir şey yoktu.

Aralanan ağzım, buluşan dillerimiz ve bana aynı anda milyarlarca duyguyu hissettiren dokunuşları...

Biz, başkalarında bulamayacağımız her şeyi birbirimizde bulmuş gibi öpüşüyorduk ve bu beni ağlatmaya yetecek kadar muhteşemdi.

Kendisini bana bastırdığında inleyerek saçlarını çekiştirdim. Kasıklarım sızlayarak onu ne kadar istediğini belli ediyordu. İlk kez seviştiğimiz o geceyi ve sabahını hatırlattı bana bu heyecan, her şeyin toz pembe gibi göründüğü o kutsal günleri...

Alev gibi parmaklarının temasını tişörtümün altında, karın boşluğumda hissedince kendime gelmek için silkelendim. Sonra dudaklarımı onunkilerden kopartmak ve altından çıkmak için bir hamle yaptım.

Aklım başıma gelmişti sonunda, bunu yapamazdım!

İstemeyerek de olsa onu sertçe ittiğimde beni öpmeyi kesip başını geri attı. Hâlâ üzerimdeyken onu izledim. Yumuşak saçlarından alnıma değen bir tutam, tutkuyla koyulaşmaya başlamış mavileri, kaslı bedeni, hafiften sakallı yanakları, kendine has erkeksi ve mükemmel kokusuyla o, tamamen kusursuzdu.

Kusursuz... ama kötü. Gerçekten kötü.

Göz temasımızı kesip "Çekil artık," dediğimde yutkundu, hareketlenen belirgin gırtlağının hareketini izledim dalgınca. Üzerimden kalkıp oturur duruma geçti ve sargılı eline baktı. Sessizlikle geçen uzunca bir süreden sonra mırıldandı. "Beni öptün."

"Hataydı." dedim. "Yapmamalıydım."

"Bu yanlış bir şey değil."

"Tamamen yanlış." dedim. "Bir anda bana, beni sevdiğini söylediğin için kollarına koşamam. Sen bana yalan söyledin Adler. Kalbimle tıpkı bir oyuncakmış gibi oynadın. Beni kaçırdın, babamı tehdit ettin ve ağlamama göz yumdun. Ayrıca nişanlı bir adamsın sen."

Ağzını araladığında söyleyeceğini dinlemeyeceğimi belirtmek için bakışlarımı tavana diktim. "Boşuna uğraşma. Çünkü işe yaramayacak."

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin