Melek burnuna gelen ağız sulandırıcı kokuyla gözlerini açtığında bedeni ferah limon çiçeği kokusuyla kaplı yumuşacık yataktan ayrılacağı için beynini ikna eden midesine isyan etmişti. Günlerdir protesto ettiği yiyeceklere kavuşmak için guruldayacak ne vardı sanki. Sıcacık yataktan ayrılmak istemiyordu. Uyanmak da istemiyordu. Uyanmak hatırlamak demekti. Uyku ise acı verici gerçeklerden, ailesinin üzgün yüzlerinden, soğuk hastane odasından ve alt üst olmuş hayatını mahveden siyah gözlü zalimi düşünmekten kaçış biletiydi.
Oysa çabalayıp gözlerini uykuya kavuşmak için kapalı tutmasına rağmen davetkar leziz kokuya karşı koyamıyordu. Isyan ederek pes etti. Midesi kazanmıştı işte.
Üzerindeki peluş battaniyeyi açarken elinin üzerindeki kelebeğin ve damarının içindeki soğuk metalin rahatsız edici varlığını hissetmediğini fark etmişti. Serumlarla işi bitmiş, damar yolu çekilmişti demek. Ayaklarını aşağı sarkıtacakken üzerindeki yumuşak mavi geceliği fark etmişti. Annesi uyurken üzerini değiştirmiş olmalıydı. Ve komple odayı da.
Melek tek kişilik rahatsız yatağın yerine kocaman konforlu bir yatakta olduğunu fark etmişti. Yatağa serili çarşaf, yastık kılıfı, nevresim takımı çift bükülmüş pahalı ibrişim ipektendi. Özel odaya filan geçmişti herhalde ama hastanede dünyanın en pahalı malzemelerinden üretilmiş, özel dokuma kumaştan servet değerindeki yatak takımının kullanılması hayret vericiydi doğrusu.
Gerçek ceylan derisiyle kaplanmış yatak başlığı, yerde ayak bileklerini okşayacak kadar uzun yumuşacık tüylere sahip özel seri halı, ipek örtüler, Fransız dantelinden tül perdeler ve beş haneli ederi olan şık ve pahalı, Agarwood ağacından yapılma gardrop, üzeri kozmetik mağazasını envanter olarak sollayıp geçen makyaj masası , pencerenin önüne yerleştirilmiş şezlongu andıran koltuk bas bas hastane odasında olmadığını söylüyordu.
Uyuduğunu sanırken konuştuklarını hayata geçirmişti demek ki babası ve abileri. Hastaneden çıkartıp, dinleneceği ve tamamen sorunların kaynağı şehirden ve kocasından uzakta iyileşerek kendine yeni bir hayat kuracağı aşamayı başlatmışlardı.
Melek pencereden bakıp başlangıç yapması için nereyi seçtiklerini anlamaya çalıştı ama tek gördüğü sonbahar renklerine bürünmüş tablo gibi güzel bir orman olmuştu. Şehrin ve trafiğin gürültüsü olmayan sessiz doğal ortam içini huzurla doldurmuştu.
Yumuşak tüylü terlikleri giyip, yatağın ucundaki ottomanda katlı sabahlığı üzerine geçiren Melek leziz kokuların geldiği mutfağa annesinin yanına gitti. Kadıncağız da perişan olmuştu hastane köşelerinde.
Melek gönlünü almak ve güne güzel başlamaları için canlı ve neşeli bir ses tonuyla " Günaydın anne...." demişti ki beyni kendine oyun oynuyor sanarak kapıda yerine mıhlanmıştı.
Annesinin boyu uzayıp, vücudu hayvan gibi kas yığınına dönmüş olamazdı değil mi ? Elinde spatula ile biscolata reklamındaki tipler gibi yarı çıplak halde pişirdiği waffleları tavada çeviren de Yavuz olamazdı ki.
" Günaydın. Tam zamanında kalktın kızıl. Kahvaltı hazır. Gel otur şöyle."
Melek beynine oksijen gitmediği için bir embesil olarak hayata döndüğüne emin olmuştu. Dolaptan buz atılmış sürahilerde portakal suyu ve vişne suyunu çıkartıp kendine gösteren kocası halüsinasyondan ibaretti.
" Hangisini istersin çayının yanında? Ikisini de seviyorsun gerçi ama."
Melek son derece yumuşak bakışlarla kendine bakıp, insanın içini ısıtacak kadar sıcak ve kalbini eritecek kadar güzel gülümseyen bu adamın yüzüne bakmayan, her fırsatta hor görüp, alay eden ve siktiri çeken adamın ikiz kardeşi olabileceğini düşündü. Halüsinasyon değilse kocasının ancak ikizi veya klonu olurdu bu adam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buzdan Kalp
Любовные романы"Mecbur kaldım. Ben kabul etseydim abimle evlenecektin ama o zaten evli ve eşi hamile. Ikisi de buna dayanamazdı. Evet demeseydim erkek kardeşim mecbur kalacaktı ama deli gibi sevdigi bir kızla nişanlı. Olur demeseydim kız kardeşimi abinle kaçtı di...