Bölüm 111: Sana bir sır versem

5.1K 327 43
                                    

Yağmur damlaları cama sabırsız haberci kuşlar gibi çarparken bahçedeki çiçek yataklarını ve ağaç dallarını kaplayan beyaz kardan örtüyü sıyırıp atmıştı. Pencereden görünen mermer ve taşlarla örülmüş küçük süs havuzunun içindeki karları da eriterek minik bir gölet oluşturmuş, sol tarafta kalan kamelyanın kiremitle kaplı çatısına düşüp, camdan duvarlarında süzülerek zeminde zıplıyordu. 

Melek göğüs kafesinde yolunu şaşırmış küçük bir serçe gibi çırpınan kalbinin yağmur damlalarının bahçedeki  renkli mozaik taşlardan döşenmiş küçük yürüyüş yolunda sekmesiyle senkron tutturmuş serkeşt bir ritimle oraya buraya çarptığını hissederken  koyu yeşil kadifeye benzeyen çimlerin içine yumuşacık bir battaniyenin içine gömülürmüş gibi emilen yağmur damlalarından biri olmak ve görünmemek istedi.

Dila Sultan salondan  yukarıda Karan veya Bera'nın odalarından birine gitmeleri istendiği için önemli olayı kaçıracaklarına mızırdanan çocukları dışarı çıkartırken Yavuz'un yanına ilişmişti. Keşke o da çocuklardan biri olsaydı da odaya gitseydi. Yalanı ayağına dolanmak üzereydi ve kendi beceriksizliğine kızıyordu. İleri gitmiş, intikam alıp, Yavuz'un canını yakmak ,kurtulmak istediğini sanarak uzaklaştırmak istediği için söylediği yalanın doğrusunu nasıl olup da bir türlü söyleyemediğini anlayamıyordu.

Elinde ne kalmıştı ? Uzaklaşırsa ve onu bırakırsa yaşayamayacağı, hala aşık olduğu kocası, bir salon dolusu mutlu haberi aldıklarına şaşkın ve heyecanlı aile üyeleri ve arkadaşı, mutlulukla şimdiden bebeği benimsemiş ufaklıklar. Yavuz'un yanına iliştiği anda kalbi yolunu kaybetmiş ve korkmuş küçük kuş gibi çırpınmayı bırakmış, sahibini bulan minicik bir köpek yavrusu gibi yerlerde yuvarlanıp, hızla kuyruğunu salladıktan sonra sahibinin yanına gidip, bacaklarına yapışmıştı sanki. Ruhu sırnaşık bir kedi yavrusu gibi insanının kucağına tırmanmış, sürtünerek kokusunu buladıktan ve insanının kokusuna bulandıktan sonra bir güzel yayılıp mırlamaya başlamıştı.

Dila Sultan salon kapısını kapatıp kocasının yanına oturmak için ilerlerken Melek kaçınılmaz konuşmanın başlayacağı için nabzı tımarhane kaçkını gibi koşturmaya başlamıştı. Melek karmakarışık zihninde umutsuzca bir çözüm yolu arıyordu. Yavuz hissetmiş gibi elini tutunca sarsılarak kocasına bakmıştı. Yavuz gözleriyle sakin olmasını telkin ediyordu. Kontrolü ona bırakmasını ve halledeceğini garanti veren bakışlarına karşı zayıf bir tebessüm edebilmişti Melek. Galip ağa boğazını temizlediği anda Yavuz'un sayesinde hissettiği rahatlama ve gevşeme bıçakla sanki kesilip atılmış, kalbi küçük serçeye dönüşmüştü.

Teatral yeteneklerinin işe yaramasını ummak zorundaydı. Olmayan bebeği konuşarak ya itiraf edecekti veya yalanına devam edecekti. İkinci seçenek söz konusu bile değildi. Zaten vicdanı sızlıyordu. Kocasına acı çektirmek için kendine yakışmayan çirkinlikte bir yol seçmesi farklıydı tüm aileyi o yalanla kandırması çok farklıydı. Hem sonra ne olacaktı ? Bebek Pamir'in demişti. Ya yalanının en saçma kısmı ortaya çıkarsa ne olurdu ? Yavuz söyler miydi ? Sanmıyordu. Kalbi gece gözlü adamın bebeğin babasıyla ilgili kısmı ikisi arasında sır olarak tutacağını söylüyordu. Kendininmiş gibi konuşacaktı kesin.

" Bebek mi var da öyle olursa böyle olur diye arpacı kumrusu gibi düşünüyorsun sevgili mal Bir şey yapsana. Yavuz'la baş başa kal. Bir şey yap. Hemen."

İç sesi adeta bilincine tokat atmıştı. Olmayan bebek için ne kuruyordu ama. Galip ağanın sesini duyunca Melek zihninin kısa mesafe koşucusu gibi son metrelerde sprint attığını hissederek Yavuz'un elini sıkmıştı.

" Beklenmedik bir sürü haber almışızdır bugün. Önce dünyamızı başımıza yıkan o haberi duyduk. Allah'ıma bin şükür canına bir şey olmamıştır Yavuz'un. Bir şükür sofrası kuralım bunun için. Dila, sen bukelerle halledersin bu ziyafet işini. Halil İbrahim sofrası kurarsın."

Buzdan Kalp Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin