63

3.4K 242 10
                                    

Ertesi sabah ev halkı büyük bir gürültüyle uyandıklarında, huzurla geçirecekleri günlerin hayalinin bittiğini anlamıştı Bilâl. Pencereden baktığında köylülerin ellerinde sopa ve taşlarla kapısına dayandığını gördü. Murat yerinden doğrulurken hızlıca üzerini giyinip kapıya yürüdü ve "Bırak ben gideyim Bilâl ağabey!" dedi ama Bilâl buna müsaade edemezdi. Kapıyı açmak üzere olan Murat'ı kolundan tutup içeri savurdu. Kaşlarını çatıyor ama gözlerindeki merhameti saklayamıyordu.

"İt ürür kervan yürür evlat! Bu kapıma dayandıkları ne ilk, ne de son olacak." diyerek bir bilge gibi konuştu. Başını sabır çekercesine sallayıp cam kenarına geçerek dışarıya bakmaya devam etti.

Murat ellerini göğsünde bağlamış sırtını duvara yaslamıştı ve hemen kapının yanında dikiliyordu. Dışarıdan gelen "Katil! Katil" sözlerini duyabiliyor, fısıldaşmalar bir uğultu halinde kulağına geliyor ama anlaşılmıyordu. Serinkanlılıkla konuşmaya devam etti, sesi kısık ve ıstırap çektiğini belli ediyordu.

"Ama bu şekilde de gitmeyecek gibiler... Neler diyorlar duymuyor musun?" Başını tekrar önüne eğdi. Bu sefer ki utançtan değil usançtandı! Kendini aptal yerine koyan o adam yüzünden kendini deli sandığı günleri hatırladı. Daha küçük bir çocukken köy meydanında yediği dayakları, işittiği küfür ve hakaretleri... Çocuk aklıyla annesinin gözyaşları eşliğinde çektikleri bir bir kâbus gibi üzerine nasıl da çöreklenirdi... Her sene bir vukuat, her sene yanan evlerinin ardından kalan küllerde yiten umutlar...

Odanın kapısının açılma sesini duyduklarında ikisinin başı da o yöne çevrildi. Hatice'nin beti benzi atmış, belli ki korkmuştu. Efsun'un gözleri kocaman olmuş tir tir titriyordu. Genç kadın ona sarılmasa yere düşmesi an meselesiydi. Genç kadın kocasıyla oğlunun yüzünde gördükleriyle daha da meraklandı.

"Ne oluyor?" diye sorarken aslında her şeyin farkındaydı da işine gelmiyordu. Anlaşılan tarih yine tekerrür ediyordu. Bugün, dün olanların diyeti kesilecekti... Acaba kim gene kimin gazına gelip kapılarına yığılmıştı?

"Bu sefer gelenler kim?" diye merakla sordu Hatice, Bilâl'se omuzunu silkip cevap bile vermedi. Gece onu yanında yatırmadığı için küsmüş gibi davranıyordu ki bu karısının dikkatinden kaçmamıştı. Şu şartlarda bile erkekler neden hep uçkurlarının derdinde olurdu? Sabır dilenir gibi mırıldanırken kulağı dışardan gelen yükselen sesleri duyuyordu.

"Çıkın dışarı katiller!"

Bilâl oralı bile olmadan, kimseyi önemsemeden mutfağa geçti. Her zaman alışageldiği gibi –ki senelerdir bekâr bir adam olarak her işini tek başına görmeye alışkındı. Alüminyum çaydanlığa çay koyup güğümdeki kaynar suyla demledi. Sabah erkenden kalkıp sobayı yakması harika olmuştu çünkü tüm gece uyku tutmamıştı. Böğrüne sanki demir çubuklar sokuyorlarmış gibi hissetmiş, rahatça uzanamamış, kalktığında içinden yatağı bile kaldırmak geçmemişti.

Cayır cayır yanan sobanın üzerine çaydanlığı koyarken arkasını dönmeden kendinden emin bir şekilde "Ürür ürür giderler! Pencerelerden uzak duracaksınız!" diye evdekileri uyardı.

Tarık merakla onları izlerken, Yalın yeni yeni gözlerini açmaktaydı. Kapının önündeki sesler artarken Bilâl hiçbir şeyi önemsemiyormuş gibi davranmaya devam etti. Ta ki penceredeki camı parçalayıp içeri düşen taşı görene kadar.

Taş büyük bir şangırtıyla camı kırarken, Hatice ve Efsun oldukları yerde sıçramış, saklanmaya çalışıp kendilerini susturmaya çalışıyorlardı. Biliyorlardı onlar bağırsa dışardakiler mutlu olacak, daha da gaza gelip tek tek tüm camları taşlayıp yere indireceklerdi. Hatice genç kızın ağzını kapatırken "Sus kuzum..." diye fısıldıyordu. Efsun sadece kafasını sallayabiliyor fakat gözlerinin dolmasına engel olamıyordu. Murat'sa gözlerini Bilâl'e dikmiş öylece bakıyordu.

Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin