Sanki beni bir yanardağa atıp, üzerine düdüklü tencere kapağını sıkıca kapatmışlardı! Nefes bile alamadığımı hatırlıyorum! Suskunluğum; öncesinde hayatımı kurtarırken şimdi başıma bela açıyordu. Mevlut babamın koluma dokunmasıyla irkildim, karşımdaki kadınla birşeyler konuşuyorlardı. Onlara çaktırmadan dinlediğimde; kızının saygısını, sevgisini, becerilerini, sıralamakla meşgul olduğunu anladım.
"Hangi anne kızını dünürüne kötülerdi ki zaten!" dedim içimden. Bir ara lafı kızının güzelliğine getirdi. Eşi benzeri bulunmazmış da, bir bakan bir bakarmış da... Ama malum sorunları yüzünden kendini hayattan soyutlamışta... Sadece o cümle dikkatimi çekmişti "malum sorunlar"ın ne olduğunu merak etmiştim.
Ben türlü türlü düşüncelere dalarken kapı açılıp içeriye mor kadife elbiseli, başında iğne oyalı tülbendi ve elinde Türk kahvesi tepsisi olan genç bir kız girince anladım ki geri dönüşüm yok. İki ucu boklu değnek! Her hâlükârda elim pislenecek! Kaçsam yakalanma riskim yüksek bir de kış vakti ben ne bok yiyecem dağda bayırda? Kalsam hepten sıçtık sıvadık! Bir günahsızın kanına girecem, bir süre sonra belki terkedip gidecem!
Neyse say söv derken ben tabi yüzünü bile inceleyemeden çevirdim yüzümü yere. Aklım dışarda bırakmak zorunda kaldığım hayatımdaydı. Düşündüm. Nereye kadar böyle gidebilirdi, nereye kadar kaçabilirdim? Elbet bir gün gidecektim buradan kimliğim deşifre olmadan ama önce dağ ceylanımı bulacaktım! Bildiğin kafayı onunla bozmuştum sanki! Aklımdaki soru işaretlerine bir cevap bulmadan bu evliliği yapamazdım. Olmaz dedim. Ellerimi yumruk yapıp sedirden kalktığımda tek istediğim şey başımı alıp kar kış demeden gitmek ve bu evlilik rezaletinden kurtulmaktı.
Gözlerim elinde tepsiyle bekleyen kızla buluştuğunda öylece kalakaldım. Ben kurtulmak mı demiştim? An itibariyle tüm sözlerimi geri almıştım. Ürkek bakışlı çakır gözlüm, elinde tepsisiyle bana resmen kendini sunuyordu evlat! Ben Allah'a inanmaya işte o gün başladım biliyor musun?" dedi Murat'ın gözlerinin içine bakarak.
Delikanlı ise onu anlamaya çalışıyordu. Yaşadığı onca şeyden, başına gelenlerden sonra Allah'ın varlığını ne sebeplerle sorguladığını tahmin edebiliyordu. Bilâl gözlerini ondan çevirirken Murat halen bunu düşünüyordu.
"Gökte ararken yerde bulmak buydu Murat!" diye devam etti Bilâl "Dört aydır göremediğim o güzel yüzü çökmüştü ama beni görünce aydınlanan gözleri, sanki gel bana sarıl diyordu. Razı geldim onunla evlenmeye. Değil evlenmek, kölesi bile olurdum onun. Bu çok başka bir duyguymuş be evlat! Hiçbir zaman varlığına inanmadığın, var diyenlere kıçının kenarıyla güldüğün, ama zamanı geldiğinde kaçamadığın bir duyguymuş...
Neyse... " dedi derin bir nefes alarak "Şimdi sana bilmediğin bir şeyi daha söyleyeceğim. Biliyorum bana kızacaksın ama anlamak zorundasın! Şartlarım elimi kolumu bağlarken elimden boyun eğmekten başka bir şey gelmedi. Hayatta kalmak zorundaydım. Yaşadıklarımın başıma neden geldiğini öğrenmek zorundaydım. Ve bunun için de herşeye razıydım. Öldürülmeyeceğime inansam inan bana dönerdim. Ama dönmemize bile fırsat vermeden bizi öldürmeye kalktılar Murat anla beni mecburdum!"
Murat olduğu yerde dikilirken kaşlarını kaldırıp beklediğini belli etti. Bilâl ise her şeye rağmen gerçeği itiraf etti.
"Mevlut babam nikâh için gerçek ismimi bilmediğinden dolayı bana ölen adının oğlunu koydu.
Bilâl."
Bilâl sessizliğe gömülürken Murat daha da meraklanmıştı.
"Asıl adın neydi peki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...