Multimedyamız sevgili @Yaprakgoz den :D Bakmadan geçmeyin ;) Çok teşekkürler Esra'mmm :*
**
"Yalın... Yalın..." diye fısıldıyordu Efsun içinden. Günlerdir elleriyle hayata döndürdüğü bedenden gözlerini bir an bile ayıramıyordu. Genç adam ismini sanki bir elbise gibi üzerine giymişti. Dahası Türk'tü. Babasının İtalyan, Fransız vesaire birçok milletten olabileceğini söylediği günü tekrar hatırladı. Ona okuduğu her kitabı, onunla ettiği her sohbeti; dilini anlamadığını düşünmenin rahatlığıyla yapmıştı ve şimdi utanıyordu. Babasına bile sesli okumadığı neler okumuş, ona ya da hiç kimseye anlatmadığı ne çok anlatmıştı... Şimdi o koyu kahve gözlerde gördükleriyle boğuşuyordu Efsun... Bir panik haliydi hissettiği. Elleri uyuşmuştu ve yaptıklarından dolayı kendinden çok utanmıştı.
O gözler sanki onu tanır gibi bakıyordu ya, güneş değen buz gibi eridiğini hissediyordu. Bu çok garipti. Bedeni ona yabancısı olduğu tepkiler vermeye devam ederken, babasının sesiyle bakışlarını ona çevirdi.
"Biz çıkıyoruz Hatice, ufak bir işimiz kaldı hemen döneriz..."
Hatice kocası ile göz göze geldiğinde sessiz bir anlaşma yaptılar.
"Henüz başımız belada ama çare aramaya çalışıyoruz..."
Dile gelmeyen gerçeklerin zaten farkındaydı genç kadın ama bir an önce bu kâbustan da uyanmak istiyordu. Kocasıyla oğlunu kapıdan uğurlarken, bir yandan da aklından küçücük evde Efsun'u nereye yatıracaklarını düşünüp duruyordu. Gençler artık baygın değildi, hem olsalar bile Murat ile Efsun'un aynı odada kalmalarına da müsaade edemezdi. Evin kapısını kaparken aklında beraber geçirecekleri ilk akşamlarına güzel yemekler yapmak geçti.
Bir gün öncesi düğünü, bir gün sonrası cenazesi de olsa hayat devam ediyordu. Ve bir anne her şeyden ve herkesten önce ailesini düşünmek zorunda kalıyordu. Bir yandan Zeliha anasına dua ederken diğer yandan evliliğini tehlikeye atma ihtimali olan evlatlarının sıkıntısıyla boğuşuyordu. Taş olsa çatlar derlerdi ya hakikaten ondaki derdi Allah taşa verse, taş atomik parçalarına kadar bölünürdü.
Bilâl'in onlar için aradaki duvarı kırarak hazırladığı oda aslında evin ambarı yani erzak kileriydi. Dolaplar ağzına kadar tıka basa doluydu. Senelerdir kuru ekmeği dahi zor bulmuş, her zaman Bilal'in yardımlarıyla ayakta durmayı başarmışlardı ve bunun mahcupluğunu senelerce yaşamıştı ama şimdi hayat sil baştan ona umut etmesini fısıldıyordu.
Genç bir kızken bolluklar içinde yetişmiş, bir dediği iki edilmemişken, sevgi sandığı şeyin peşinden gitmiş hayatını heba etmişti. Ama her şerde bir hayır var derlerdi ya belki de hayatına Bilâl girecekti... Onun kalbinin sol tarafında olması bile çektiği tüm eziyetleri önemsiz kılıyordu. 30 yaşlarında bir kadın için çok acı, ölüm, kayıp görmüştü ama yolun yarısından sonra herşey ikinci bir bahar gibiydi. Bilâl onun ikinci baharıydı.
Raflarda gözlerini gezdirirken yutkunmaktan kendini alamadı. Bilal bir erkekti ve Efsun tecrübesiz bir genç kızdı ama raflar bez torbalarda baharatlar, kuru bakliyatlar, kurutulmuş fasulyelerle doluydu. Duvarlardaki çivilerde dolmalık biberler, patlıcanlar asılıydı ve midelerden önce gözlere bayram ettiriyordu.
Arkasını dönüp yatağının üzerine oturdu ve kapakları açık dolaplara bakakaldı. Kör gözlerle bakıyor düşünüyordu. Hâlâ Bilal ile evlendiğine, onun karısı olduğuna, bu evin gelini olduğuna ve kâbus gibi kimsesiz geçen senelerinin son bulduğuna inanamıyordu... Dört kişilik ufacık bir aile olma hayaline eklenen iki cansa hayatlarına şimdiden hareket getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...