Vazgeçip merdivenlerden gerisingeri inip kahvenin önünden geçerken; yüreği ne idüğü belirsiz birkaç kendini bilmezin safsatalarıyla darlandı. Belki dinlenip bir bardak çay içerdi ama duramadı. Ali rahat durmuyordu. Ali hiç vazgeçmiyordu! Ali sanki aldığı her nefesi Hatice için alıyor gibi bitmek tükenmek bilmeyen bir kinle elinden geleni ardına koymuyordu. Bilal'se acaba arkalarından daha ne kadar iftira atacak, ne kadar suçlamada bulunacak merak ediyordu.
Adamlar nargilelerini tüttüre tüttüre dedikodu kazanlarını kaynatırken, Bilâl hepsinin önünden ağır ve vakur adımlarla geçip gitti. Suratı birkaç gün önceki gibi asker siluetine bürünmüş, bir mermer gibi taş kesilmişti. Mavi gözleri laciverte dönmüş, güzel kaşları çatılmıştı. Omuzundaki silahı saran eli sıkmaktan beyazlaşmış, morarmaya başlamıştı. Çamurlu ayaklarını yere rap rap vururken onun farkına varmayıp hakkında ileri geri konuşan kalabalık çıtını bile çıkaramamış, büyük bir hayranlık ve kıskançlıkla onu seyretmişlerdi.
Bilâl değişmişti.
Hatice'yle yeniden doğmuş, kapılarına dayanan birkaç kendini bilmezle geçmişin tozlu sayfaları arasına saklanan kimliğine yeniden bürünmüştü.
Bilâl köy meydanını nasıl geçti, tepeyi nasıl tırmandı, hatırlamıyordu. Kini gözlerini kör etmiş, elinden bir kaza çıkmasın diye kendini sıkıyor, sıktıkça içinde senelerdir bastırdığı komutan tarafı herkesi hizaya getirmesi için onu kışkırtıyordu. Kendilerine bile hayrı olmayan bu asalaklar, tutmuş onu eleştiriyorlardı!
"Vay anasını!" diye geçirdi içinden. Vatana millete hiçbir faydaları yoktu ama nerede dedikodu, nerede bozgunculuk, nerede şerefsizlik var hemen ondan taraf oluyorlar, ilerleyebilmek için hiçbir teşebbüste bulunulmuyordu. Buraları özlerdi belki ama insanını değil toprağını özlerdi. Zaten zulmü yapan da insan değil miydi? Edepsiz küfürler sıralayarak yürüdükçe aklındaki ev fikri cazip gelmeye başladı.
Düşünceler içerisinde eve geldiğini bile fark etmedi Bilâl. Kapıya bile vurmadan içeri girip, botlarını fırlatır gibi ayağından çıkardı. Ona çevrilen başları umursamadan ve kimseye açıklama yapmadan seri adımlarla içerdeki odaya yöneldi. Son anda aklına gelenlerle beraber arkasını dönüp emir verir gibi parmağını sallayarak sert ses tonuyla soğukça konuşmayı ihmal etmedi;
"Kimse, ben bu odadan çıkana kadar ne olursa olsun beni rahatsız etmeyecek!"
İçeriye geçip kapıyı usulca kapatırken derin bir nefes aldı. Beyninin tüm katmanlarına sanki iğneler batıyordu. Bir süre yatağın üzerine geçip oturdu. Başını ellerinin arasına alarak sakinleşmeyi bekledi. Yatağın üzerindeki yemeniyi fark edip eline aldı önce kadınının kokusunu derince içine çekti sonra alnındaki teri silip tekrar kenara koydu. Nefes alıp verdikçe siniri heyecana dönüşmeye başlıyordu. Gözlerini küçük pencereye çevirdi, güneş batmak üzereydi...
Sakin sakin ambarın zeminindeki halıyı kaldırıp kenara koydu. Zemin döşemesindeki cilasız tahta doğramayı esnetip yerinden kaldırdı. Zeminde ortaya çıkan kare kancalı kapağı çekerek kaldırdı. Boşlukta kalan ufak yuvarlak boşluğa ilk basamaktaki su dolu pet şişeyi koyup odanın çekili perdelerini açtı. Bu su dolu şişe bir nevi lamba görevi yapacak, gözleri alışana kadar el yordamıyla aradıklarını bulmaya çalışmak zorunda kalmayacaktı.
Aşağıya doğru uzanan merdivenlerden tek tek inerken etrafındaki ufak çaplı mühimmata baktı. Gözleri net görmese de orada olduklarını bilmek bile ona yetiyordu. Burasının var olduğundan Efsun bile bihaberdi. Yusuf'un ara sıra yanına gelirken getirdiği ve kendi fırsat buldukça şehirden alabildiği tüm teçhizat bu odada onun koruması altındaydı. Birkaç otomatik tüfek, değişik boyutlarda birkaç tabanca, mermiler, askeri kamuflaj araç, gereçleri ve bir köy korucusuna ait olduğu belli olan eşyalar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
Genel Kurgu"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...