Multimedya: Yusuf ;)
Yusuf duyduğu sesle bir anda tüm dünyadan soyutlandı. Toplantının ortasında kimseye bir şey söylemeden çıkıp kendi odasına geçti. Yüreği ağzında kalbi kulaklarında atıyordu. Hakikaten bu sesi duymuş muydu? İnanmazcasına kısık sesle fısıldadı.
"Abi... Abi sen misin?"
Telefonun ekranına bakarak sanki abisini görecekmiş gibi gülümsedi. Tam onu nasıl bulacağını düşünürken, fırsat onun ayağına gelmişti.
Türkiye günlerdir iç ve dış basında çalkalanıyordu. Tahran-Ankara hattında trafik fazlasıyla gergindi. Kayıp jet sanki yer yarılmış içine girmişti. Rota üzerinde sadece Hazar Denizi teğet geçiliyordu ve işin içerisine bu nedenle Azerbaycan da dâhil edilmek zorunda kalınmıştı. Deniz altı aramaları cevap vermediği halde günlerce devam edilmişti. Uydu görüntülerinden ve jetin içerisindeki vericiden hiçbir bilgi elde edilemiyordu. Jetin içindekiler ölü mü diri mi kimse bilmiyordu.
Bir de o jetin içinde yeğeninin olduğunu bilmek, her gün annesinin, ablasının gözyaşlarına tanık olmak genç adamı günden güne tüketmişti. O düşüncelere dalar ve heyecanla beklerken, Bilâl onun ne durumda olduğunu tahmin bile edemezdi.
"Evet Yusuf benim..." dedi Bilâl. Fazlasıyla gergin ama mutluydu.
"Biliyorum, daha sonra aramam gerekiyordu, vaktinden önce aradım ama mecburdum." Yusuf sesindeki heyecanı gizleyemeyerek atıldı.
"Evet ağabey, Haziran'dan önce beklemiyordum." Seslice yutkundu. "Ama aradığına gerçekten çok sevindim. Sana ya da Efsun'a birşey olmadı değil mi? İkiniz de iyisinizdir umarım. Bir yaramazlık yoktur..."
"Yusuf'um iyiyiz ikimiz de, önce sakin ol. Artık burada miladımız doldu demek için aradım seni... Ben dönmeye karar verdim. Artık bana kimin ne yapacağı umurumda bile değil. Yeter ki ailem güvende olsun!" diye söylendi.
Yusuf duyduklarıyla derin bir nefes alırken gergince sordu.
"Ahali yine rahat mı vermiyor ağabey? Sıkıntı nedir? Ve elbette kimse seni artık orada tutamaz. Geldiğinde de ne demek istediğimi anlayacaksın. Orhan'dan sonra nelerin değiştiğini gördüğünde dudakların uçuklayacak. Şimdi bana neden duramadığını anlatacak mısın artık?" diye kardeşçe sordu. Sesinde sevgi ve merhamet vardı. Bilâl seneler sonra kardeşiyle özgürce konuşabildiği için mutluydu. Fazla mutlu.
"Yusuf gizli kapaklı yaşamaktan bıktım artık." dedi isyan edercesine. "Burada bu şartlarda yaşamak istemiyorum. Ve şunu bil, eğer elimde geçerli bir nedenim olmasa seni vaktinden önce rahatsız etmezdim. Sen problem yok desen de ben seneler boyu öğrendim ki kimselere güven olmuyor..." derin bir sessizlik oldu. Yusuf bu kinayenin adresinin kendisi olmadığını bildiğinden rahattı, üstelemedi. Bilâl ise kaldığı yerden devam etti.
"Yılbaşından sonraydı diye tahmin ediyorum... Buraya bir Cessna Citation CJ2 jet düştü. Önce birkaç gün hava muhalefeti yüzünden kimsenin gelmediğini düşündük. Yaralıları kurtarıp, iyileştirmeye çalıştık. Ama bekledik Yusuf."
Derin bir nefes aldı ama bu içindeki siniri kontrol altına alamamıştı. Huysuzca söylenmeye devam etti.
"Devletten birilerini bekliyoruz günlerdir Yusuf! Uyuyor musunuz orada lan! Yoksa... yoksa..." derken aklına gelenlerle gözleri büyüyerek irkildi. Neden olmasın?
"Ölüme terkedilen devlet görevlilerinden birileri miydi onlar da?" diye sinirle kükredi.
Onun yumuşak karnı, bağrını delip geçen bir zehirli oktu söylediklerinin altında yatanlar. Göz göre göre onların ölüme terkedildiğini düşünmeye başlamıştı ciddi ciddi. Başka bir açıklama bulamıyordu keza. Daha önce böyle bir ihtimal nasıl da aklının ucundan geçmezdi? Yetenekleri bu kadar mı körelmişti. Kendi kendini yiyedursun, karşısındakinin kardeşi olduğunu sonra sonra farketti. Önce sesini yumuşattı ardından yutkundu ve derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...