104

1.3K 133 1
                                    

Ağzından çıkanların farkında değil, kendince annesi yerine koyduğu kadınla dertleşiyordu lakin Mübeccel hanım da yılların kurduydu. Biricik torununun derdinin ne olduğunu sanki gelini biliyordu. Yerinde kıpraşırken gözlerini şöyle bir etrafta gezdirdi. Genç kadına biraz daha sokularak fısıldadı;

"Nesi var Efsun'umun kızım?" Gözleri felfecir okuyor ama Hatice başı önüne eğik olduğundan fark edemiyordu. "Söyle bana hadi çekinme. Ben onun babaannesiyim... Seneler sonra ona kavuştum ama erdi her neyse yüzü hiç gülmedi. Bir kere olsun bana içinden gelerek sarılmadı, özlemim bile kursağımda kaldı be yavrum... Onun bu suskunluğu beni öldürecek..." diye mırıldandı. Gözleri hüzünle dolarken Hatice'den bir ses bekledi ama genç kadın sustu. O da elini genç kadının karnından çekip akasına yaslandı. Gözünden akan bir damla yaş; esen rüzgârla hemen kurumaya başladı. Artık tüm cevapları almak istiyor, son nefesini vermeden onların saadet dolu anlarına tanıklık etmek istiyordu. Onların başına gelen her şeyden birçok kişiden daha fazla sorumlu olduğunuysa kimseler bilmiyordu.

Ortalıkta biran sessizlik vukuu buldu. Hatice nefesini tutup dişleriyle dudaklarını kemirirken düşündü. Yaşlı kadına ne kadar güvenebilirdi? Onu ne kadar tanıyordu? Biran bilemediğini fark etti. Şu zamana kadar kullandığı aklı nereye gitmiş, nasıl bildiklerini onun yanında açık etmişti? Söylediklerine biranda pişman oldu. Ama sanki dile gelmedikçe söylenmesi gerekenler; dördüz bebek bekliyor gibi içi şişiyordu, bedenine sığmıyordu. Başını yaşlı kadına çevirip uzun uzun ona baktı. Yüzündeki kırışıklıkların ve gülücüklerin arkasında neler taşıdığını merak etti. Sonra onun eşinin annesi olduğunu fark edip derin bir nefes aldı

"Anne... sana güvenmek istiyorum..." diyebildi. Gerçekten seneler sonra birine kayıtsız şartsız güvenmek istiyordu. Zeliha ana yitip gittiğinden beri, bir kere daha kimseye güvenemem dese de; güvenmek istiyordu. Güven duygusu ne büyük ihtiyaçtı ki hava gibi, su gibi yokluğunda insanı perişan ediyor, öldürmüyor ama süründürüyordu!

Yaşlı kadın yüzünde senelerin izleriyle gülümserken gelinini anlayabiliyordu. Yusuf ve Karan bölük pörçük bir şeyler anlatmış, o da fazla kurcalamamıştı. Ve hâlâ karşısında günden güne güzelleşen ay parçası gelininin ilk geldiğinde ki halleri gözlerinden gitmiyordu. Hatice çok güzeldi. Güzel olmak için sarı saçlara, renkli gözlere ihtiyacı yoktu insanın. Yüreği güzelse; insanın yüzü de, etrafına yaydığı enerji de güzelleşiyordu. Hatice şimdi karnı burnunda otuzlarının başında, boyunca oğlu olan tazecik bir kadındı. Karan ona "Tazemmm..." ne güzel diyordu... Bir adamın ağzına bu söz, böyle bir kadına söylendiğinde ne kadar yakışıyordu...

Yönünü yine gelinine dönüp gözlerinin içine baktı. Oyun da oynasa art niyeti yoktu bu sebeple vicdanı rahattı. Hatice'nin saçlarını okşamaya başladığında genç kadın kedi gibi başını kayınvalidesinin avucuna yasladı.

"Sen bana Karan'ımın hediyesisin kızım. Seneler sonra tek giden oğlum, sayende geldi. Dört umduk altı bulduk..." Dudaklarında içten bir gülümseme belirirken Hatice'nin karnını sıvazladı.

"Hele bir doğsun benim süt kokulularım... O zaman öğreneceğiz, birbirimize katıksız güvenmeyi. Şimdi her şey çok yeni ve maalesef çok kirli!"

Suratı memnuniyetsizce buruşurken tekrar Hatice'nin gözlerinin içine bakmaya başladı. "Ve ben; güzel kızım. Senin gözlerinde bu kiri temizleme çabası görüyorum."

Gözlerini yumarken aklına gelenlerle yüreği daraldı. Bir elini dizlerinin üzerine atarak parmaklarını etine geçirirken üzüntüyle inledi.

"Ahh... ah!" Başını gökyüzüne kaldırıp soluklandı "Rahmetli de sağ olsaydı da, evlatlarını, torunlarını gör-seydi! Duydu ama nasip olmadı... Hasret gitti Oya'ya, Karan'a..." gözlerinden tutamadığı gözyaşları akmaya başladığında sesi değişti. Genç kadına anlatır gibi değil de bir rahibin karşısında günah çıkarır gibi arlanarak mırıldanmaya devam etti;

Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin