Yusuf kahkaha atarken Bilâl Karan ağır adımlarla Hatice'nin arkasından yaklaşıp, kollarını kaldırdı ve oyun havası oynamaya başladı. Hatice arkasından uzanan ve onu kafes gibi kollarına alan adamın kokusuyla rahatlayıp, sırtını onun göğsüne yasladı. Karan; eğilip kadının saçlarını koklayıp, bir buse kondurdu. Hiç bitmeyecekmiş gibiydi dudaklarının saç telleriyle dansı, fakat bir o kadar da naifti. Hatice çoktan yorulmuş olsa da onunla orada öylece dikilmeye devam etti. Bugün doğurmazsa galiba bir daha da doğurmazdı.
Efsun gelenleri fark ettiği an, onları hâlâ uzaktan seyreden amcasına yaklaştı. Babasına göz kırpıp amcasına doğru ilerlerken tüm şirinliğiyle amcasının ellerinden tutup karşısına geçti ve göbek atmaya başladı. Yusuf şaşkınca Efsun'a bakıyordu. Sittin sene düşünse günlerdir orada burada sessizce gezen kızın bu hale gelebileceğini düşünemezdi.
"Hayrola?" deyip göz kırparken Efsun kıkırdayıp omuz silkti.
"Bana bak!" dedi Yusuf "Eğer aşk meşk meselesiyse önce bana söyleyeceksin anlaştık mı?"
Efsun'un ağzı kocaman açılırken başını salladı.
"Niye? Ben evlenemeden öldür diye mi amca?" Ellerini sallayarak latifeyle cevap verdi "Aman aman kalsın!"
Efsun amcasıyla oynarken farketti şeyle yerinde daha da kıpraştı. Bugün nasıl bir gündü böyle. Tüm sevenler kavuşacak mıydı? Türbeye gitse dua etse falan gün bitmeden kabul olur muydu? Amcasına birkaç kez daha baktığında gözlerinin yine Yonca da olduğunu fark etti ve aklına gelenlerle kocaman sırıtarak yandan yandan Yoncaya yaklaşıp amcasını orada onunla dımdızlak bırakıverdi.
O arada duyduğu ses ise kaytarmaya bahanesi olmuştu. Hatice ablası "Efsun biz acıktık be güzelim" diye seslenince tüm gürültüye rağmen durmuştu. Hatice ablası bir yandan dudaklarını yalıyor diğer yandan karnını sıvazlıyordu...
Bilâl Karan ise bunu duyar duymaz üzerindeki ceketi çıkarıp sedire attı. Kızının karısının yanına geldiğini fark edip rahat bir nefes aldı. Yusuf'a baktığında ise onun Yonca'nın yüzüne aval aval baktığını görüp iç çekerek mırıldandı "Ahh deli oğlan..."
Mutfağa gittiğinde ocağın üzerinde hazırlanmış yemekleri buldu. Senelerdir kazandığı alışkanlıkla çoban salatası hazırladı ve yayvanca salata kâselerine boşalttı. Ocağın üstündeki tencerelerin kapağını açtığında ise etrafa birbirinden güzel kokular yayıldı. Tabaklar, kaşıklar, bardaklar bir bir sofraya taşınırken kimse onu fark etmedi. En son tencereleri de taşıyıp sofra düzenini sağladığında; eline aldı kumandayı ve müzik çaların kapanma düğmesine bastı. Bir anda kesilen müzik ile hanımlar birbirlerine bakarken Bilâl Karan onlara sofrayı işaret ediyordu.
Hatice şımarıkça sekerek sofraya koşarken, Mübeccel hanım kasım kasım kasılıyordu. Oğlunun sırtını okşayarak "Maşallah evladıma..." deyince Bilâl Karan'ın suratı buruştu ve herkes gülme krizine tutuldu.
Hatice "Ee ana Yusuf'un böyle marifetleri yok mudur? Netice de hepsi aynı evin erkeği..." deyince Yonca suratında şapşal bir gülümsemeyle ona baktı. Yaşlı kadın huysuzca yerinde sallanarak "Şimdi kızım var tabi bazı meziyetleri de sofrada denmez! Ben sana bilahare açıklarım!" dedi.
Sonrası ise kaşık, çatal seslerinden ibaretti. Bilâl Karan aklında karısının ailesi hakkında yapacağı planları evirip çeviriyor, Yusuf bu gece Yoncayı odasında hapsetmeyi planlıyordu. Hatice'nin gözü patikada kalmış, Murat'ın gelmesini bekliyordu. Efsun bugün gerçekleşen mucize ne zaman aklına gelse aptal aptal gülümsüyordu.
Velhasıl bahçe beraber yenen akşam yemeğinde bir ilke ev sahipliği yapıyordu. Ağaçlar ve çiçekler hatta ateş böcekleri bile ev sakinlerinin etraflarına yaydıkları huzuru hissediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
Ficțiune generală"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...