Ve artık gideceklerdi... Ne olursa olsun bir tırsak gibi dört duvar arkasına, kızının ardına saklanmayacaktı. Murat bile bunu yüzüne vururken bilmeyen ne düşünürdü? En önemlisi ya gerçekten bir korkak gibi davrandıysa nolurdu?
Korkmadığını ispatlama isteğiyle dolup taşarken bilinç altında gizlenen şeyleri bilmiyordu. İnsanoğlu hayatta kalabilmek adına her şekilde çabalıyor, attığı her adıma bir kılıf uyduruyordu...
Hayatta kalmak...
Tüm insanlığın ortak çıkarıydı, Bilal'se bu hakkını sonuna kadar kullanmıştı lakin vade dolmuştu. Onun hayatta kalması sevdiklerinin ıstırap çekmesini gerektirecekse o zaman zaten yaşarken ölünürdü.
Düşüncelerinin gittiği seyri beğenmeyerek hayallerine döndü. Gözlerini arazide itina ile gezdirdi. Ev yaptırmayı kafasına koyduğu tepenin elden geçtikten sonraki haini gözlerinde hayal etti. Senelerdir içinde süründüğü sefalete inat benim diyebileceği bir sıcacık, sevgi dolu ve güvenli bir ev. Sonra aklında yaptıracağı evin planını yaptı. Gözlerinde canlanan manzarayla tatmin olup gülümserken içi yaşama isteğiyle kaynadı.
Evin etrafına dikeceği ağaçlardan, arazinin çevresine örülen duvarlardan sarkan hanımellerine kadar, evinde besleyeceği kedisine, köpeğine, tavuğuna, ördeğine kadar, hepsini tek tek, en ince ayrıntısına kadar hesaplayıp tahayyül etti.
Kim bilir? Belki yeniden bebekleri olur, hanesi genişlerdi? Bu düşünceyle içinden ılıcak bir şeylerin akıp geçtiğini hissetti. Yeniden baba olmak... Hatice'den çocuklara sahip olmak... Ona bir daha hiçbir zaman terk edemeyeceği bir bağla bağlanmak istedi..
Bahçenin bir tarafına bir çocuk parkı yaptırırdı mesela... Minik bir kız çocuğunun kaydıraktan kaydığını, bir erkek çocuğun salıncakta sallandığını hayal etti. Tek dileği artık kaderin yüzlerine gülmesiydi. Kendisine değilse bile evlatlarına, kızına, karısına, oğluna...
Havası temiz, suyu mis gibi, toprağı hormonsuz bu diyarlarda kim yaşamak istemezdi ki? Büyük şehirlerde 100m2 dairelerin içerisine tıkılıp, meyvelerin manav tezgâhlarında yetiştiği sanan bir neslin yetiştiğini duyuyordu. Hep büyük şehirlere gerçekleşen göçler ve çalışmayan yöneticiler nedeniyle şehirler kalabalıklaşıyor, köyler tenhalaşıyordu. Tenhalaşan ve kimsesiz bırakılan topraklara da yüreğinden katran akan, eli silahlı teröristler sahip çıkıyordu. Hâlbuki tek eksikleri elektrik ve kanalizasyondu. Mezrayı uzaktan izlerken, bu toprakların elden geçtiğinde ne kadar güzel olacağını hayal etti.
Zamanında görev gereği Avrupa'nın değişik yerlerine ziyaretlerde bulunmuş, en izbe köylerin bile bakımlı olduğunu görmüştü. Gerçi onlarda da kültürel bir deformasyon vardı ama dışarıdan bakanlar için gıpta edilesi ferah bir imaj çiziliyordu.
İlk ve Orta çağın karanlık dehlizlerinden sıyrılırken son birkaç asır içerisinde örnek olunacak bir hale gelmişler ve geçmişlerinde yaptıkları her şeyi bu sayede örtbas etmişlerdi. Çevirdikleri dizi ve filmlerle geçmişlerini bile süslemiş, cellatlarını fantastik dünyada kahraman ilan etmişlerdi. Birkaç dönüm arazi üzerine inşa edilen kütüphaneleriyle ün salmış, ama kütüphanelere girenlere kitapları açamayacaklarına dair yeminler ettirmişlerdi.
Kızının kütüphanesini bile son iki asra adını altın harflerle yazdırmış Avrupalı ve Rus filozofların eserleri dolduruyordu.
Bundan önce yüzyıllar boyunca delisine, velisine, kedisine bile eziyet eden, enginizasyon mahkemelerinde mesnetsiz suçlarla öldüren, haçlı savaşları adı altında Türk kültürüne, Müslümanlığa ve tüm dünyaya haince darbeler vurmaya çabalayan, Kızılderilileri ve zencileri kendilerine köle olarak ilan edip özgürce öldüren ve kullanan insanlar; bugün nasıl bu kadar ferah ve açık görüşlü olabilmişlerdi? Sonrasında neler olmuştu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...