Murat önyargıyla da dinlese, bilmediği kelimelerle de anlatılsa hikâye Bilal'in ne demek istediğinin "özünü" ve kendine düşen payı almıştı bile. O kendini bildi bileli bu topraklarda anaların feryadı hiç dinmezdi. Anası bile en ufak bir şeyde "oğlum anarşis mi olacak?" hezeyanlarına nasıl da düşerdi!
Şimdi düşündüğünde farkettiği Bilâl ağabeyinin anlattığı kadar biliyordu okulu, okumayı. Efsun'un kitapları kadar biliyordu kütüphaneyi. Senede bir kaç kez, kasabaya gittiğinde görüyordu teknolojiyi. Elektrik denen şeyi duymuştu ama hiç hatırlamıyordu. Köyde bir kaç evde televizyon vardı ama elektrik olmadığından çalışmıyordu. Çeşmelerden akan sular bile ne büyük nimetti ve dergilerde gördüğü yol boyu uzayıp giden apartmanlar...
Kitaplardan dergilerden okuyordu, görüyordu ama hiç tatmamıştı şehir hayatının güzelliğini... Devasa binalar ve hiç görmediği tipte çeşit çeşit insanlar...
Murat bir denizyıldızıydı Bilâl ağabeyinin gözünde artık anlamıştı. Ya burada kalıp, kaybolup ölüp gidecekti ya da okyanusuna kavuşup hayat bulacaktı yeniden ve yeniden...
"Anladım abi" diye fısıldadı sessizce. Güğümleri yere bırakmış ellerini pantolonunun cebine sokmuş düşünüyordu. Esen rüzgâr tenini yaksa da artık hissedemiyordu. Bilâl ağabeyinin anlattıklarını hatırladı, yaşadıklarını, gördüğü dünyaları... Bir gün çocuklarına anlatacağı nesi vardı? Kimliği bile yoktu kendinin. Bu topraklarda yaşamıyordu Murat. Askere hiç gidemeyecekti. Hiç okul yüzü göremeyecekti. Hiç resmen evlenip, çocuklarını kendi kütüğüne kayıt ettiremeyecekti. Birileri onları hatırlamadığı ve buralara medeniyeti getirmedikçe kaderleri hiç değişmeyecekti. Derin bir nefes alıp hüzünle dudaklarının arasından saldı. Kargalar sürüyle uçarken gökyüzünde; artlarından siyah bir siluet bırakışlarını seyretti. Gagalarından dökülen çığlıklarına kulakları ev sahipliği yaptı.
"Anladığına eminim zaten evlat..." diye sessizliği böldü Bilâl "Ben benimle kal demiyorum sana. Bu yönde bir ısrarım söz konusu değil. Lakin dışarıda da hayat buradaki gibi değil. Dergilerden bakmaya benzemek evlat büyük şehir. Öğreneceksin. Şimdi kendini nasıl da güçlü hissettiğini biliyorum. İmkân verseler tüm bu gördüğün tepeleri bile derdest edebileceğini sanıyorsun ama bir gün gelecek nefes alıp verirken bile can çekişeceksin. Ben yaşadım evlat öğrendim... Her cepheden sağ kurtulup hiç ölmeyeceğimi sanırken, bir kahpenin hainliğiyle bu parmaklıkları olmayan yere hapsedildim."
Derin bir nefes aldı, kar hızlanmıştı. Saçlarının ve kirpiklerinin beyaz kar tomurcuklarıyla sarıldığını hissedebiliyordu ama kıpırdamadı.
"Belki de ben herkesten şanslıydım. Bilmiyorum. Önce cayır cayır yanmaktan kurtuldum. Sağ kaldım. Ama değiştim. Senin bu sabah gördüğün adamdan bir meczuba dönüşmek mecburiyetindeydim. Ailemle arama sadece km'ler girmedi. Devlet girdi, asker girdi, hainler girdi. Kardeşim Yusuf sırf benim adımı temizleyebilmek için kendini içlerine girmek zorunda hissetti. Annem senelerdir benden haber bekliyor biliyorum ama elim ulaşmıyor. Babam öldü, kabrine gidip bir dua bile edemedim..."
Aniden susuşu Murat'ın dikkatini çekse de üstelemedi. Kendisi sussa da o konuşsun istiyordu. Anlatsın kendini, duygularını, yaşadıklarını... 20 sene birkaç saatte anlatılıp geçilemezdi zaten. Yaşananlar ortada bir delildi ama ya duygular? "Hislerin hiçbir değeri yok mu?" diye düşündü Murat. Sonra yüreğine sordu bu soruyu. Salt bir deney sahası mıydı hayat? Teoriklerin pratiğe döküldüğü bir sacayağının üzerinde yerleştirilen bir tüpün içine dökülen biraz acı, biraz imtihan karışımı değil miydi biraz?
İkisi de birbirlerinin aklından geçenleri bilemedi bir süre. Sadece esen rüzgârın uğultusu vardı konuşan. Sabahleyin güneş açmış düğün yaparken doğa; sanki şimdi de gelinliğini kuşanıyordu bembeyaz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
Ficción General"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...