101

1.4K 135 1
                                    

Multimedya: Yonca ;)

Koku Serisi'nin ikinci kitabı'nın baş karakterlerinden biridir. Vefası Eksik Yârim'e göz atmak isteyenler profilimden çalışmalarıma bakabilirler :)

*****

Hatice; yatak odasının penceresinden aşağıdaki gül bahçesini izliyordu. Yaklaşık 7aylık hamileydi ve artık çok fazla gündüzün sıcağında dışarıya çıkamıyordu. Ne zaman orada oturup bahçeyi seyretse gözlerinin önünden buraya geldiği ilk günler geçiyordu. Tanımadığı bir dünya ona parlak ışıklar altında göz kırpmış, hiç tanımadığı insanlar onlara kucak açmıştı.

İyi ve güzel şeylere şahit olduğu kadar kötü şeylere de gizliden gizliye tanıklık etmişti. Kulakları kapalı kapılar ardında gerçekleşen birçok konuşmaya şahit olmuştu. Özellikle dinlese öğrenemeyeceği sırlar; ağızlardan bağrış çağrış savrulmuştu. Kardeşler arasında sesler yükselmiş, kırılan çam çerçeve sesleri koca konağı inletmişti. Kayınvalidesi ne zaman sesler yükselse çareyi başını önüne eğip dışarı çıkmakta bulmuş, birçok kere onu da peşinden sürüklemişti. Olduğu yerde mıh gibi kaldığı zamanlardaysa öğrendikleri şımarık ruhunu yaşlandırıp tüketmişti.

Hatice istemeden de olsa Bilâl'in nasıl Karan olduğundan, köye gelen kadınların kim olduğuna kadar, birçok sırra vakıf olmuştu. Taşlar zaman içerisinde yerli yerine oturmaya başlarken; öğrendikleri içini yakıp geçmişti. Bilal'in de kendinden farklı bir geçmişe sahip olmadığını öğrenmek bir taraftan gururunu okşamış diğer taraftan onun çektiği acıları tahmin edebildiği için kabuk bağlayan yaralarını kanatmıştı. Kendi acılarını hasıraltı edip sadece onun huzuru için çabalar olmuştu. Tabi bu dönemde ailesine olan hasreti depreşmiş, vicdanı elek gibi delik deşik olmuştu.

Önceleri "hayat, kader, Bilâl Karan" üçgeni ne çok acıları barındırıyor, kader ne ağlar örüyor diye günlerce hayretlere düşmüştü lakin zamanla herşey kabulleniliyordu. Bilâl'e herkesin Karan deyişini de kabullenmişti ama kabul etmemişti. O ömrünün sonuna kadar hep "Bilâl" olarak kalacaktı. Karan havalı bir isim olsa da Hatice Bilal'e yakıştıramamıştı. Çakır gözleri ve yanık teniyle Bilâl sanki ismini üzerine biçilmiş bir elbise gibi giymişti. Onu Bilal olarak sevecek olsa da her daim; sanki karnında kendilerinden habersiz büyüyen yavrularıyla Karan'a biraz daha bağlanmış gibiydi.

Burnuna gelen mis gibi hanımeli kokusu tenini sıyırıp geçerken; Hatice nükseden korkularını hatırladı. Son birkaç ayı nasıl da sıkıntılı geçirdiğini, korkuları nedeniyle nasıl düşük tehlikesi geçirdiğini ve doktorunun kendinden emin telkinleriyle nasıl yüzünün umutla gülmeye başladığını...

Gerçi bunlar her sabah gerçekleştirdiği ayinin bir parçasıydı. Hamile olduğunu öğrendiği an yaşadığı bariz mutluluğun ardından; bir gece pembe rüyalarını karanlık kâbuslarına çeviren günleri her sabah hatırlardı. Kan ter içinde uyandığı uykularında daha emziremeden toprağa verdiği minik bir bebek vardı. Hatice yine 14 yaşındaydı. Yine etrafını kadınlar sarmış, karnına bastıra bastıra onu doğurtmaya çalışıyorlardı. Kâbuslarındayken bile doğum sancılarını an be an gerçekmişçesine hissediyordu. Ağlayarak uyandığındaysa kocası tüm gece onu kollarına alıp teselli etmese olacakları bile düşünemiyordu.

Murat'ı doğururken Hatice'nin ikiz bebeklere gebe olduğu son anda anlaşılmıştı. Cahildi, küçüktü, köy yeriydi. Kadınlar nasıl gördülerse o yöntemleri denemişlerdi. Hastane şehirdeydi zaten ve oradakilere göre bir doğum için hastaneye gitmeye de gerek yoktu. Ortalık ahırda süt sağarken bebesini doğurup göbek bağını kesen sonra da onu götürüp eve bırakıp tekrar ineğin altına eğilip işini gördüğünü iddia eden kadınlarla doluyken genç kadın acısını ancak kendi içinde yaşayabiliyordu.

Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin