125

1.4K 133 0
                                    

Sonra soluklar tutuldu... Hatice merakla bebeklerinin geleceğini zannedip kafasını kaldırırken; herkes kimlerin geleceğini çok iyi biliyordu.

Kapı açılıp Sultan Hanım ve Cemal Bey göründüklerindeyse herkes nefesini tutmuş, kenara çekilmiş bekliyordu. Kolay kısım atlatılmış, artık zor meseleye gelinmişti. Murat ve Hatice dışında herkes gerçeği biliyordu ve bu onlara bugün verilebilecek en harika haberlerin başında geliyordu.

Yaşlı çift kol kola kızlarına yaklaştıklarında Hatice hayal gördüğünü sandı. Anne ve babasının karşısında olma ihtimali 74 milyonda 1 ihtimal bile değildi. Elleriyle üzerindeki pikeyi sıkıca kavrarken, gerilemek istedi. Suratına tokat yiyeceğini ve tüküreceklerini hayal etti. Onu bulmuş olamazlardı değil mi? Üzerinden tam 16 sene 3 ay geçmişti!

Onun bakışlarındaki korkuyu fark eden Bilâl Karan hemen karısının elini tuttu. Amacı güven vermekti. Onun elini hisseden Hatice ürkek bakışlarını ona çevirdi. Anlamak istercesine yüzüne baktı. Doğumdan sonra kadınların hayal görebileceğini eskilerden duymuştu ama bu çok fazlaydı.

"N'oluyor?" diye acıyla kıvranarak sorarken kocasının gözlerinin içine bakarak, Bilâl Karan onun elini dudaklarına götürüp öptü ve fısıldadı.

"Çok güzel şeyler oluyor..."

Hatice onun dediği şeyle anne ve babasına tekrar baktı. Ne kadar değiştiklerini bile fark etmedi. Bazı insanlar üzerinden seneler geçse de değişmiyorlardı. Onların gözlerindeki merhametinse gerçek olabileceğin düşünmüyordu. O kaçmıştı. Onlar yerine Abdullah'ı tercih etmişti! Onlardan habersiz, izinsiz evlenmiş ve bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. O iffetsiz bir kadın gibi davranmıştı. Pekâlâ... Pekâlâ, onu nasıl bulmuşlardı?

Bu soru aklına geldiğinde gözleri mümkünmüş gibi daha da büyüdü. Murat annesinin tavırlarından ürkerken yatağın diğer yanında yerini aldı ve diğer elini de o tuttu. Elini saçlarına götürüp okşarken "Anam neler oluyor?" diye masumca sordu. Sonra gelenlere bir kere daha baktı. Gözleri kazara babasıyla buluştuğundaysa onun bıyık altından gülümsediğini ve göz kırptığını farketti ve aklı mezradaki konuşmalarına gitti.

"Anamın ailesini bulacaksın!"

Aklına gelen şey sanki mümkün olamazmış gibi gözlerini ona mahcupça bakan çifte kaydırdı. Yaşlı adam merhametle başını sallarken, kadın ağlıyordu. Arkasındaki sandalyeye yıkıldığındaysa ne düşüneceğini şaşırmış vaziyetteydi. Bu insanlar... Anneanne... Dede... Söylemesi bile ne kadar da farklı geliyordu! Kabullenebilir miydi bilmiyordu ama annesi için herşeye katlanacaktı. Annesi onun yaşındayken 2 yaşında bir erkek çocuk annesiydi. Bunu düşündüğünde onun ne kadar küçük ve cahil olduğunu farketti. Sahi kendi de öyle miydi?

Havada asılı kalan sessizliği bozan ise Mübeccel Hanım oldu. Oğlunu kenara ittirerek gelinin elini avucunun içine alıp gözlerinin içine bakarak mutlulukla mırıldandı.

"Onlar güzel gelinim... Onlar gerçekler... Sakın korkma! Konuşmayın sadece sarılın yeter. Bırakın hayatımıza giren iki melek bizim de aramızı bulsun... Artık bu "Hasret" son bulsun." Ardından elini Sultan Hanım'a uzattı. "Gel tut kızının elini, o bugün yine anne oldu" diye fısıldadı. Sultan hanım kocasının kolundan çıkıp ayaklarını sürüyerek yatağın başına geldiğinde sadece ağladı.

Mübeccel Hanım kenara çekildi. Ardından odadaki herkes dışarıya çıktı. Murat'ın omuzunu sıvazlayan Yusuf başıyla dışarıyı işaret ederken Murat günlerdir ondan saklanan şey yüzünden üzgündü. Belki bilmeden bir hata etmişti ve yapmadığı şeyler için şimdi utanıyordu. Yusuf "Hadi!" diye direttiğinde ayağa kalkıp peşlerine düştü ve annesinin ardından kapıyı kapadı. O gün babasından bunu istemekle ne kadar iyi yaptığınıysa zamanla anlayacaktı...

*****

Birkaç gün içinde Hatice ve ikizler hastaneden çıkmış, konağa seneler sonra ilk kez bebek çığlıkları hâkim olmaya başlamıştı. Hatice'nin mutluluğu bile mahmurdu. Bebeklerine sağ salim kavuşmasının ardından, bir de onu hayata bağlayan ailesine kavuşmuştu. Çifte mutluluğu katmerlenmişti. Küçücük bir çocukken gelin olmuş, doya doya onları yaşayamamıştı ve şimdi kayıp yılları birkaç güne sığdırmaya çalışmıştı. Ailesiyse aldıkları ani bir kararla Ayvalık'a taşınma kararı vermişler, bu kararı hepsi mutlulukla karşılamıştı.

Herkes bebeklerin adlarını koymayı onlara bıraktığında genç kadın hiç düşünmemişti. Kızına "Hasret" demişti. O senelerce yaşadığı en hazin duyguyu üzerine bir elbise gibi giyinmişti. Belki de onlar bunca Hasret'in ödülüydü.

Bilâl Karan ise karısının koyduğu ismi beğenmiş lakin şaşırmıştı. Daha önce hiç isimleri ne olsun diye düşünmediğindiyse o an anlamış ve aklına gelenlerle şunları söylemişti:

"Bazen mesafeler bir kale duvarı gibi aşılmazgelir. Ardındakine "Hasret"düşersin. İncedir bilirsin, bir top güllesi yeter onu parçalamaya ama cesaretinyoktur. Benim oğlum da en az bir kale gibi sağlam olsun. Sevdiklerinihimayesinden ayırmasın. Düşmana karşı savunmasız bırakıp birbirlerine Hasretbırakmasın. Oğlumuzun adı "Hisar" olsun.Adı gibi güçlü ve heybetli olsun. Yalnız duruşu değil yüreği de mert olsun..." 

*****

Bilâl Karan; karısını kapı eşiğinden izliyordu. Bebek odasındaki emzirme koltuğunda bebeklerini emzirirken onu izlemek ona bambaşka bir huzur veriyordu. Birkaç gün sonra bebeklerin kırk mevlidi için gelip giden olacağından evin hanımlarını tatlı bir telaşe sarmış, onaysa "Ayakaltında gezme!" denmişti.

Bebeklerini ve karısını işe bırakıp gitmekse şı sıralar eziyetlerin en büyüğüydü. Zaten telefonu hiç susmuyordu. Tebrik için arayanlar, mesaj atanlar sağ olsunlar hiç eksik olmuyordu. Murat Can'la vakit geçiriyor, evde erkek lazım oldukça da işten kaçıp kaçıp eve gelen Bilâl Karan yardım ediyordu. İki minik meleğin onu eve bağlayabileceğini kim bilebilirdi? Zaten onun işi merkezle, ofisle değil kafasıylaydı ve evde sevdiklerinin yanında aklı her zaman daha çok başındaydı.

Birkaç gündür aklından, babasının çalışma odasını düzenleyip oraya ufak bir ofis kurmak ve işe gitmediği zamanlar işlemleri orada yürütmek geçiyordu. Bunu Yusuf'la paylaştığında onun da birkaç şey eklemesine izin vermişti. Netice de ikisi de aynı gemideydi ve ortak çalışıyordu. Hazır ortalarda kimsecikler yokken de odaya göz atmasında bir mahsur yoktu. Deforme olan mobilyaların yerine yenilerinin alınması gerekebilir, belki de oda ufak çaplı bir tadilattan geçebilirdi. Bilmiyordu. Bunu içeriye girdiğinde öğrenecekti. Ayaklarını sürüyerek merdivenden indi ve çalışma odasına doğru yürümeye başladı.



Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin