Genç adam karısını peşinden sürüklerken, diğer yandan da sert ve hırslı sesiyle sesleniyordu;
"Hadi Öykü, geç kalıyoruz... acele et. VIP kapısı bu tarafta!"
Genç kadın, gece karası saçlarını hiddetle savurdu. Sinirli ve kırgındı! Çekik kahve gözleri ise sislenmiş ağır bir perdeyle örtülürken, neredeyse gözyaşları tarafından görüş alanı zorlanıyordu. Bıkkınlıkla önünde koşuşturan kocasına cevap verdi;"Yalın... bu ne acele Allah aşkına. Sonuçta, özel uçağımızla gidiyoruz!"
Genç adam ise, duyduğu bir kaç sözcükle arkasını döndü ve asabi sureti daha da sinirlendi. Çıkmak istemediği bir yolculuğa mecbur bırakılmıştı ve bu şu an itibariyle çekici olmaktan çıktığı gibi, hiç hoşuna gitmiyordu! Elleriyle dışarıyı gösterir gibi yaparak bağırdı;
"Havayı görmüyor musun? Gökyüzü kapkaranlık ve yolumuz çok uzun, bence bir an önce hareket edelim yoksa jet daha kalkamadan, hava muhalefeti yüzünden kuleden kalkış izni falan alamayacağız!"
Aslında gitmek istemiyordu. Tek isteği bu lanet yolculuğun bir an önce sonlanması ve eziyetlerin bitmesiydi! Azrail'e 'canımı al!' diye yalvarası geliyordu! Bu ne bitmek tükenmez çileydi? Vicdanı bir taraftan, yüreği bir taraftan can çekiştiriyordu! Bir an önce gidip gelmeli ve kurgusunu çoktan düşlerinde gösterime soktuğu planlarını gerçekleştirmek için, gereken adımları titizlikle atmalıydı yoksa daha da kafayı yiyecekti!
Öykü ise Yalın'ın bildiği gerçeklerden bihaber, olağan bir masumlukla dudaklarını büktü. İçi acıyordu! İçi kan revandı! O hiç bir şeyi böyle hayal etmemişti! Elleri, kolları acı içinde kalmış, bavulların ağırlığıyla perişan olmuştu. Ve bu da, hırçınlaştırmakla kalmayarak, daha da hırslanmasına neden oluyordu.
"Anladım da yani niye koşuşturuyorsun ki beni... Offf... Yaa, neden yardımcıları getirmedik, kollarım koptu benim bu çantalarla!"
Genç adam karısının sitemlerine öfkelenerek, hırsla arkasını döndü. Bu kadının artık sesine dahi katlanamaması normal miydi? Sağır olmak istiyordu! Onun o büyülü ve ruhunu okşayan sesini duydukça; onunla kendini nasıl da utanmadan, çekinmeden kandırdığı aklına geliyordu! Dişlerinin arasından tıslarcasına konuştu;
"Ya Öykücüm, canım benim, acele ettiğim falan yok! Sen sallanıyorsun da sana ondan öyle geliyor, hadi bak kırmayım kalbini, sonra dinlenirsin yolda bol bol!"
Öykü artık hem yorulmaktan, hem de üzüntünün getirdiği hırçınlıktan bihâl, havalimanının VIP kapısına doğru resmen koşturan Yalın'ın arkasından üzüntüyle baktı. Daha bir ay geçmemesine rağmen, kocasındaki değişimler onu derinden yaralıyordu... Şimdi ellerinde bavullar yerine, elleri olması gerekmez miydi ya da yardımcılardan en az birini yanlarında getirmeleri?
Her gün yeni bir hayal kırıklığı yaşıyordu Öykü. Şimdilerde resmen bir; "Dağ Ayısı!" gibi davranan dengesiz kocasının, nikâh defteri imzalanana kadar "beyaz atlı bir prens" olduğuna yemin edebilirdi oysaki! Neredeydi o eski Yalın? Neredeydi gözlerinde kaybolan adam?
Ne olmuştu da her şey yerle yeksan olmuştu? 'Yoksa?' diyordu içinden bir ses! Mümkün olabilir miydi? Hayır olamazdı! Yalın artık onundu! Ebediyen onundu! Onun erkeğiydi! Pekâlâ, bu yitiş nedendi? Avuçlarının arasından kayıp gidiyordu sevdiği adam... Ve o hiç bir şey yapamıyordu... Giderken yaralıyordu... Açtığı yaralar oluk oluk kanıyor, ruhundaki iltihapları da beraberinde akıtıyordu... Yorgundu... Çok yorgun...
Elindeki çanta parmaklarını acıtmış ve alyansının parmağına oturmasına sebep olmuştu. Senelerce kalem tutan parmakları, kendi el çantasını bile taşımazken, şimdi ki hali nasıl da içler acısıydı! Yalın'ın gün geçtikçe pervasızlaşması ve birer küfür gibi gelen eziyetlerinin, yüreğinde açtığı yaralara merhem bulamaması da ne büyük ironiydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...