126

1.5K 136 0
                                    

Evin arka tarafında ve kış bahçesi gibi döşenmiş oda babasının kendine ait ofisiydi. Tüm resmi konuklarını orada ağarlar, annesinin bile odaya girmesine müsaade etmezdi. Oraya Karan dışında da kimse giremezdi. Neden bilmez, bunu hiç düşünmemişti. Orada onun dışında insanların görmemesi gereken neler olabilirdi? O oda kuşkusuz birçok sırrı barındırıyordu ve tüm o sırlar bir tadilat sonrası ortaya dökülecekti.

Kapının önüne geldiğinde yüreği titriyordu. En son bu koridoru; o eğitim merkezi hakkında babasıyla konuşacağı zaman arşınladığını hatırlıyordu. Anılarında buranın öyle kalması ise isteyeceği en son şey bile değildi.

Elini tokmağa atıp çevirmeye kalktığındaysa kapı açılmadı. Birkaç kere daha denedi ama kapının zedelenmesinden çekinip gerisin geri yürüdü. Mutfaktaki hengâmenin arasına girmek mi, kaktüs ağacını öpmek mi deseler belki de kaktüslü şıkkı seçerdi ama annesine ulaşıp varsa odanın anahtarını almak istiyordu yoksa kırmak zorunda kalacağını biliyordu.

Mutfaktaki kadınların hepsi başlarında yemeni, ellerinde hamurla oyalanırken; Bilâl Karan seke seke mutfağa girmeye teşebbüs etti ve yaşlı kadın biranda cırlayıp elindeki yemeniyi oğlunun suratına doğru fırlattı ve tehdit etti.

"Al şunu kafana bağla oğlum! Bişeyin içinden kılın falan çıkarsa vallaha onu sana yediririm!"

Bilâl Karan elindeki oyalı yemeniye bön bön bakarken mırıldandı; "Takmasam olmaz mı?"

Mübeccel Hanım kurnazca omuz silkti.

"Sen bilirsin... Kimin yemeğinden kılın, tüyün çıkarsa seni onlara temizliğe gönderirim."

Adamın gözleri duyduğu şeyin şokuyla irilirken; başına yemeniyi hangi ara kadınlar gibi doladığını bilemedi. Efsun babasının haline kahkahalarla gülerken Murat ve Can mutfak kapısından içeriye girdi.

Murat "siktir!" derken, Can karşılaştığı manzarayla gözlerinden yaşlar aka aka gülmeye başladı

Bilâl Karan onlara sinirle bakarken yemenisinin uçlarını boynundan ters geçirip önüne doğru çekti ve düzeltip sıklaştırdı. Annesi bile gülme krizine girerken, eliyle oğlunun kolundan tutup dışarıya doğru iteledi.

"Yürü deli oğlan yürü. Kalpten ölmedim gülmekten öldüreceksin ben!"

Bilâl Karan sırıtarak mutfaktan kendini attığında yemeni halen başındaydı. Annesi onun başındaki yemeniyi çekip alırken halen gülüyordu. Sırıtırken de konuşmadan edemedi.

"Allah seni kız yaratsaymış keşke, pek yakıştıydı!" Gülmesi geçip konuşabildiğinde "Ee..." dedi "Sen neye geliyordun yanıma, söyle derdini!"

Bilâl Karan bir an mutfağa ne için geldiğini düşündü. Sahi ne için mutfağa girmeye çalışmıştı? Gözlerini çukurlarında fır döndürdü. Tek gözünü kısarak düşündü ve nihayet buldu. Parmağını şaklatıp dudaklarını büzerken cevapladı.

"Babamın çalışma odası..." Eliyle koridorun sonundaki odayı gösterdi. "Kilitli..."

Annesi onun gözlerine aklındaki hesabı çözmeye çalışarak baktı.

"Gayen ne oğlum?" dedi derin bir nefes alıp koridora bakarak "O oda baban öldüğü gün kilitlendi ve o günden sonra tozu bile alınmadı."

Bilâl Karan annesinin dediği şeyle sarsılsa da önce hiçbir şey söyleyemedi. Ardından konuşması gerektiğini hissetti.

"Biliyorsun anne..." dedi elini kolunu sallayarak. "Artık kocaman bir aile olduk. Her oda neredeyse dolu ya da sahibini bekliyor." Eliyle tekrar koridorun sonundaki odayı gösterdi "Ayrıca Orası... O oda kapalı kapılar arkasında tozlanmayı hak etmiyor!"

Mübeccel Hanım dudaklarını birbirine bastırarak düşündü.

"Peki ne yapmayı düşünüyorsun?"

Oğluyla inatlaşmak; istediği son şey bile değildi. Bilâl Karan elini ensesine atarak "Yusuf'la bir şeyler düşündük. Malum ikimizin de böle bir odaya ihtiyacı var. Ayrıca nedense bu ara işe de gidesim gelmiyor..." dedi çapkınca sırıtarak. Annesi onların mesleklerini hiç sormasa da bir miktar karanlık işler döndüğünü hissediyordu ama seslenmiyordu. O oğullarının vicdanındaki adalete güveniyordu. Bir müddet düşündükten sona oğlunun yanından ayrılarak odasına gitti ve kapıyı ardından kapadı.

Gardırobun içindeki sadığı açarak içindeki anahtarı alıp parmaklarıyla okşarken yine dilinde "Ah kemal bey... ah" vardı. Kutuyu yerine koyup gardırobun kapaklarını kapadı ve odadan çıktı. Oğluna yanaşarak sağ elini avunun içine aldı ve anahtarı onun avucunun içine bırakıp parmaklarını kapadı.

"O kapı..." dedi gözleri buğulanarak "O öldüğü günden beri açılmadı. Pencereleri aç, oda havalansın. İstersen şirketten eleman çağır, temizlensin. Ama sakın mutfağıma gireyim deme, ortalığı da toz etme!"

Annesi arkasını dönüp ayaklarını sürüyerek mutfağa girdiğinde onun neler hissettiğinin farkındaydı. Ama nedense o anıların silinmesini istermiş gibi davranıyordu. En azından bir direniş beklese de annesi hiç karşı koymamıştı. Yerinde hareketlenip koridoru arşınladı ve anahtarı kilide soktu. Sanki kapı açıldığında babası deri haki yeşil koltuğunda oturuyor olacaktı.

Anahtarı çevirip odaya girdiğindeyse hiçbir şeyin değişmediğini fark etti. Eşyalarınsa üzerleri örtülüydü. Adımlarını masif parke kaplama zeminde usul usul atarken parmaklarının ucuyla eşyalara dokunuyordu. Burası onun miladının başlangıcıydı. Burası Bilâl olma serüveninin temelinin atıldığı yerdi. Burası onu Hatice'ye ve evlatlarına götürecek kaderin başladığı yerdi.

Yaşadığı yüzlerce kötülüğün içerisinde sadece bunlar bile hayatını aydınlatmaya ve "İyi ki!" dedirtmeye yeterdi. Odanın jaluzi perdelerini ağır ağır açarak içeriye güneş ışığını buyur etti ve pencereleri açtı. İçerisi yoğun küf kokuyordu. Belki de mobilyaların arkaları çürümüştü. Dile kolay... Tam tamına 13 yıl...

Geçerken fark etmiyordu da insan... Aynı hızlı bir trenin yol alması gibi gidiyordu ömür kabre doğru... Döşemelerin üzerindeki çarşafları alıp bir köşeye attı. Babasının çalışma masasını örten örtüyü sıyırıp yere bıraktı. Ceviz oyma mobilyanın pürüzlü yüzeyinde ellerini gezdirdi. Yer yer gözüne çarpan mürekkep lekeleri yaşanmışlık kokuyordu. Koltuğu geriye iterken anıları gözlerinin önünden gitmek bilmedi. "Bir gün!" demişti babası "Burada sen oturacaksın!"

Oturdu Bilâl Karan... Hayatına eklenen Bilâl'iyle, adının hakkını verircesine suladı Karan'ın içindeki çorak toprakları... Ona can kattı. Ona Fidan, Efsun, Hatice ve Murat kattı. Karan Bilâl'le demlendi. Baharında çiçek açıp Hasret oldu, Hisar oldu. Biri ulaşılamaz duvarları diğeri o duvarların ardındakini resmetti. Onlar oralardan, acılardan yadigâr birer iki melekti.

Adamın yüreği onların minicik ruhlarının varlıklarıyla huzur bulurken, çalışma masasının üzerindeki sümen altlığının kapağını açıp geriye atı. Hangi işlerin yarım kaldığını görmek istiyordu. Acaba neler yapılamamış, babası "Tamam." "Hemen." "Yarın." dediği nelere koşamamıştı? Küçük küçük kâğıtlara tek tek göz atarak kenara ayırdı. Ödenmeyi bekleyen faturalarda bol sıfırlar vardı. Fabrika ve toprak sahipleriyle yapılan konuşmalardan arda kalan notlar, eleman avansları, banka havale fişleri...

En son eline geçen şey ise "Karan" adına yazılan bir mektuptu... Bilâl Karan olduğu yerde taş kesilirken mektubun kimden olduğunu düşündü durdu ama üzerindeki el yazısını tanıyordu. Bu kalemi tutan el babasından başkası değildi. Arkasını çevirdiğinde zarfın mühürlü olduğunu fark etti. İçinde her ne yazıyorsa sadece oğlunun okumasını istemiş olmalıydı. Zarf açacağa uzanırken kalbi kulaklarında atıyordu.

Elleri titreyerek zarfın arasından çıkardığı mektuba bir süre bakakaldı. Burnuna götürüp kokladı. Artık sadece eskimişlik ve eksilmişlik kokuyordu. Artık yok olan bir adamdan ona kalan tek söz bu kâğıt yapraklarının üzerindeydi. Arkasına yaslanarak kâğıt yapraklarının katını açmaya başladı ve okumaya başladı.



Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin