Meydandan geçerken kimse Bilâl'i çevirerek bir şey sormaya cesaret edemedi. Aynı sessizlik içerisinde tepeyi tırmandıklarında soluk soluğu kalmışlardı. Yusuf'un onları kapının önünde kolları bağlı bir şekilde beklediğini farkettiğinde adımlarını hızlandırdı.
"Bir şey bulabildiniz mi?" diye sordu Yusuf dayandığı duvardan doğrularak. Bilâl sadece başını sallarken Murat da onu takip etti.
"O zaman size bir iyi, bir de kötü haberim olacak." dedi Yusuf. Bilâl kaşlarını kaldırarak kardeşinin dediklerine anlam vermeye çalıştı.
"Gelin..."
Yusuf onun boş bakışları karşısında daha fazla üstelemeyerek yürümeye başladı. Hava hazır sakinlemişken iz takip etmek artık daha kolay olabilecekken zaman kaybetmek ahmaklıktı.
"No'luyor Yusuf?" Bilâl dayanamıyordu. Evin arka tarafına dolaşmışlar halen açık olan kapıya bakakalmışlardı.
"Durun basmayın!" dedi Yusuf izleri göstererek. Bilâl baktığında ilk etapta bir şey göremese de biraz dikkatli bakındığında daha önce fark edemediği ayak izlerine bakakalmıştı. Başını Yusuf'a çevirdiğinde ela gözlerindeki pırıltılarla dudakları kıvrıldı. Derin bir nefes alarak dizlerinin dizlerine çöktü. Artık çaresiz değildi.
"Eee" dedi Yusuf "şimdi ne yapacağız?" Bilâl derin bir nefes alırken başını kızının birkaç saat önce yattığı yatağa çevirdi. Kapı gıcırtıyla açılıp ardından Hatice'nin perişan hali görününce ayaklarının üzerine dikilip elini ona uzattı.
"Hatice'm..." dedi. "Bir şey söyleyeceğim ama beni dinleyeceksiniz tamam mı?" karısı huzursuzca başını sallarken rahat bir nefes aldı.
"Burada durmanız kimseye bir şey kazandırmayacak. Efsun'u aramaya gitsem aklım sizde kalacak. Efsun nerede, gerçekten Ali mi kaçırdı bilmiyoruz. Ama üç kadın sizi bir başınıza bırakıp da gidemiyoruz." Sonra Yusuf'a dönüp konuşmaya devam etti.
"Yusuf sen kal! Sana ihtiyacım olacak!" gözlerini Hatice'ye çevirdi "Ama onları yollamadan içim rahat etmeyecek. Bizi ne bekliyor bilmiyoruz ama onları orada bekleyen aileleri var. Hava sıcaklığı eksilerde, sobayı yakmamışlar –ki yaktım ettim diyene kadar İstanbul'a varırlar."
Başını sallayıp karısının gözlerine merhametle bakıp tekrar Yusuf'a döndü.
"Pilotla konuş hazırlıklarını yapsınlar. Bizim için getirdiğiniz helikopterle gitsinler. Orada onlara yardımcı olacak birileri vardır umarım?" dediğinde Yusuf vakarla başını sallayarak "Elbette var abi!" dedi.
"O zaman iyi..." diye devam etti Bilâl. "Onların burada beklemelerinin hiçbir anlamı yok. Biz Efsunla geldiğimizde hiç birini hasta olarak görmek istemeyiz değil mi?"
Hatice genç kızın adını duyduğunda derin bir nefes aldı. Gözleri yeniden dolmaya başlamıştı ki koluna giren, ona yabancı ama oldukça tanıdık gelen kadınla kendine geldi. Herşey iyice karışacak gibiydi. Hatice ve Murat birbirine yaşlı gözlerle bakarken, duyduklarıyla kalakalmışlardı. Efsun'suz buralardan gitmek kanlarına dokunsa da Bilâl'in dediklerine göre mecburlardı. Murat gönderileceğini elbette ki hissetmişti ama diğer yandan da tedirgindi. Gittiklerinde onları nelerin karşılayacağını bilmiyordu bu yüzden annesini yalnız bırakmak istemiyordu ama gittiğinde Efsun'u nasıl, nerede arayacakları, yardıma ihtiyaçları olup olmayacağı arasında ikilemde kalmıştı.
"Ben kalayım Baba!" dedi son bir gayretle Murat "Size belki faydam dokunabilir!"
Bilal duyduğu o içten "Baba" sözcüğünde takılmak isterdi. Her şey daha iyi ve hoşken bile yüreğini sızlatan bu dört harfte kalmak... O dört harfi yeniden kızının dudaklarından duymak... Tekrar kızını sarıp sarmalamak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...