Delikanlı adeta çırpınarak anlatıyor, gözlerinden akmamaya zorlanan bir damla yaş ise gerçeği birçok kere daha haykırıyordu Bilâl'e... Zaten emindi Murat'tan her zaman olduğu gibi. Şu köyde zerre kadar kuşkulanmayacağı çok az kişiden biriydi delikanlı. Oğlu diye hatalarını ört bas ediyor, etmeye çalışıyor değildi Bilâl ki zaten Murat'ı olduğu gibi sevmişti. Bilmeden kendi gibi yetiştirmişti. Dürüst ve cömertti, merhametliydi, saygılıydı. Ama bu yetileri ona hep felaket gelmesini engellemiyordu. Murat gerçek hayatı zerre kadar bilmiyordu. O sadece sahipsizliği açlığı sefaleti babasızlığı öğrenmiş sindirmişti ki bu dış dünyaya karşı da saf olacağı anlamına geliyordu. Giderler buradan Murat'ın dış dünyaya alışma süreci de gayet sancılı olacaktı.
Ama bu delikanlıya bunları yaşatan bir kişi vardı ki onu elinden artık ölüm bile alamazdı. Kimliksiz, babasız evsiz, ocaksız bir sabiye senelerce yapmadığını bırakmamış bir adam şimdi de onun "Katil!" olarak anılmasına sebep oluyordu. Bu kadar ileri gidilebildiğine göre öncekinden daha fazla korkması gerektiği gerçeği bir kere daha çarptı suratına Bilâl'in. Acımadan aldığı o canların kızı, oğlu ve karısı olmamasını diledi içten içe... Kendini ise hiç saymadı. Onlar yokken yaşamanın da bir anlamı ehemmiyeti zaten yoktu ve gerekirse onlar için canını verirdi ama ne olursa olsun onların canını yaktırtamazdı!
Murat'ı bir kere değil iki kere "katil" olmakla suçlayacaklar, belki de linç edeceklerdi ama o babası olarak buna izin vermeyecekti. Düşmanı cephede bile sevindirmemişken, kanı bozuk bir caniye hiç te müsamaha göstermeyecekti. Bu zamana kadar onların ölmesine defalarca mâni olmuştu. Olayların öncesine ve sonrasına da vâkıftı, asıl katili adı gibi biliyordu. Murat onun hakkındaki gerçekleri öğrendiğinde, ona tüm kapılarını duvar yapacaktı ama gerçekler bir güneş gibi parlarken anılarında, simdi bu delikanlının arkasında bir sıradağ gibi durup koruması gerektiğini de biliyordu.
Murat'ı sorgusuz, sualsiz o kalabalıktan çekip çıkarırken, Hatice'ye yaklaştı.
"Sen eve git, Efsun tek kalmasın!" dedi ve baş hareketiyle bunu tasdikledi. Genç kadının hıçkırıkları ciğerini sıkıştırırken, kocasının ricasını ıslak kahve gözleriyle onayladı. Arkasını dönüp fark edilmemeye çalışarak kaçarcasına uzaklaşıp gözden kayboldu. Esen rüzgârda hıçkırıkları serinliyor, gözyaşları kuruyordu. Yemenisi başından aşıyor ensesine yığılıyor o düzeltip duruyordu. Üzerindeki hırkanın yakalarını çekiştirirken tepenin başındaki yeni evine dikti gözlerini. Gayri ihtiyari arkasına dönüp baktı. Bilâl'in onun ardından baktığını da adı gibi biliyordu ve yanılmamıştı. Uzaktan kahveleri çipilleriyle çarpıştı. Bilinmeyen bir dille birbirlerine "Üzgünüm..." diyorlardı.
Üzgünüm... Zeliha ana için!
Üzgünüm... Bugün kabre girecek her beden için!
Üzgünüm... Evlendiğimizin ertesi tüm bu kayıplar için...
Üzgünüm... Geç kaldık, bekledik yıprandık, yıprandık, eskidik, yaşlandık!
Üzgünüm... Üzgünüm... Üzgünüm...
Sözsüz bakışmaları bittiğinde ise arkasını dönüp kan ter içinde yokuşu tırmanmaya başladı. Eve girene kadar Bilâl'in markajında olmasının verdiği güvenle sert karların çökerken çıkardığı sesleri yoldaş ederek tırmandı. Kapının önünde soluklanıp arkasını döndü. Şimdi tüm mezra ayaklarının altındaydı. Ciğerleri sakinleştiğinde kenarı iğne oyalı tülbendiyle alnındaki teri sildi. Uzaktan buzlarla kaplı baraj gölü gün ışıklarıyla parıldıyordu. Kurt ulumaları kesilmişti yine de kulaklarını bir tilki gibi dikip sesleri dinledi. Yukardaki çamlık hışırdıyor rüzgâr sertçe eseliyordu. Sanki o da ağıt yakıyor, dağa taşa toprağa Zeliha Ana'nın ölüm haberini yayıyordu. İçine yine bir acı otururken gözleri doldu. Hızla gözlerini kurulayıp ağır adımlarla eve yürümeye başladı. Efsun evdeydi ve ona böyle görünmek istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...