Hatice; ilk oğlunun fark ettiği ve onunla paylaştığı gerçeği izliyordu. Günlerdir ne çok şeyi yanlış anladığını fark edip kendine kızıyordu. Aklında birkaç soru işareti oluşmuş olsa da Efsun'un koşarak kaçmasıyla tüm taşlar yerli yerine oturmuştu. Yürekleri gerçekle vurulmuştu!
Bu iki deli yüreğin gözlerindeki her damla yaş, adeta ayrılığın ıstırabını haykırıyordu... İçerden belli belirsiz hıçkırıklar, iç çekmeler geliyor, fakat Efsun'un acısını kendi içinde doyasıya yaşayabilmesine izin vermek için kalkıp yanına gidemiyordu. "Ne yapsam, ne etsem!" hesaplarınaysa çoktan girişmişti. Boşa koysa dolmuyor, doluya koysa almıyor, çık işin içinden çıkabilirsen!
Efsun cehaletiyle hiç bir şeyi dışarıya yansıtmadığını zannediyorsa da beden dili avaz avaz bağırıyordu;
"Ben vurgunum!"
"Ben; bu ellerimle can verdiğim adama, kalbimi de verdim!"
"Ben; bu adama uykularımı feda ettiğim gibi, canımı da feda ederim!"
Genç adam yemeden yemiyordu Efsun, görüyordu genç kadın. Belli ki onunla ilgilenmekten kendini bile unutuyordu. Bütün gece onun yanında uyuduğunu bu sabah ki gözlerindeki ışıltı anlatıyordu. Bir insan kendini unutuyorsa bir başkası için, sorgulamaya bile gerek yoktu. Onunla gülüyor, onunla ağlıyor ve belliydi şimdi, onunla birmişçesine kalpleri birlikte acıyordu...
Sırf Efsun için buradan gitmek istedi önce. Buradan gitmek ve imkânsıza imkân vermek...
Sahi sanıldığı gibi vuslatları imkânsız mıydı?
Hiç "bir" olamazlar mıydı?
Farklılıklarına rağmen; sevgi denen o duygunun etrafında beraber oturup ısınamazlar mıydı?
Sevda denen, gözle görülmeyen o yegâne duygunun, gözlerinden yansıyan haleleriyle hemhal olup, dış dünyadaki tüm ayrımcılıkları silemezler miydi?
Düşündü Hatice... Bir ana gibi düşündü. Evladının acı çekmesini istemeyen bir ebeveyn gibi hem yüreğini, hem aklını yokladı. Bu işin hiç olur yolu yok muydu? Sonra etrafına bakındı... Evlerine... Yuvalarına...
Uçak sahibi olabilen bir adamla Efsun, sahi denk miydi?
Gözleri bacanın dibinden akan katran lekesine takıldı. Beyazlığın içerisinde, temizliğin içerisinde nasıl da zıt duruyor, nasıl da pis kokuyordu! Onların arasındaki farklılıklar da bir süre sonra hayatın güzelliklerinde sırıtır mıydı?
Bilâl ve kendisi gibi biraz olsun denk olabilmelerini dilese de içinden, biliyordu Hatice. Onlar iki yalnızlıktan bir sevda karmışlardı ama gençler için iki farklılıktan bir dünya kurulamazdı. Önce gözler kör olsa da; zaman içerisinde her şey sırıtır, gerçekler bir tokat gibi suratlarına çarpardı.
Yüreği daraldı genç kadının... Elini döşüne götürüp boynuna doğru sürükledi. Sanki şah damarına yağlı bir urgan geçirmişlerdi. Gözlerini yerdeki kilimin desenlerine çevirip bir süre öylece daralarak bekledi. Suskunluğu biri bölsün, onu düşündüklerinden birileri kurtarsın istedi. Sonra başını çevirip oğluna baktı medet umar gibi. Halen içeriden kesik kesik hıçkırık sesleri geliyordu. Genç kadın içinden; "Bir ömür ağlayacağına bugün ağlasın..." diye geçirdi.
Efsun'un her şeyden önce artık bu mecburiyetliği fark etmesi gerekiyordu. Genç adam gidecek ve Efsun yıkılacaktı önce ama sonra sonra anlayacaktı. Anlardı değil mi? Onlar da hep birlikte olur, zaman içerisinde acısının azalmasına yardım ederlerdi. Hele Murat oyunlarıyla onun aklını çeler, kısa zamanda ömürlük hatasından onu geri çevirirlerdi. Biliyordu Hatice hiç geçmeyecek, ama hayat güzel veya kötü sürprizleriyle onu şaşırtacak, evirip çevirip her şeyi unutturacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...