89

1.1K 137 0
                                    

Bilâl şaşırmış bir şekilde helikopterden inen kadına bakıyordu. Saçları rüzgârlardan dolayı yüzüne gözüne dolanan ama bakışlarını onun gözlerinden bir an bile ayırmayan kadını bir yerlerden tanıyordu. Karşısında ona bakan gözler; çocukluğunun en değerli mücevheri sandığı kişiye nasıl da benziyordu?

Sahi bu gerçek olabilir miydi?

Seneler sonra etrafına kırışıklıklar eklenen ama hiç değişmeyen o yeşil bakışların sahibi gerçekten onun bu yollara düşmesine sebep olan kadın mıydı? Solgun ama hala birer zümrüt gibi parıldayan bakışlarını kendisine çevirmiş, yanaklarına doğru akan gözyaşlarıyla yanına yaklaşışını seyretti Bilâl. Bedeni taş kesilmişti. Efsun'unun yaşlanmış hali sanki karşısına gelmiş dikiliyordu. Yüreğinin üzerinde bir ağırlık, damarlarında bir titreme hissetti adam. Koşup beline sarılmakla boynunu bir kerede kırmak arasında kaldığını hissetti. Dişlerini sıkıp gözlerini kısarken karda bata çıka yürümeye çalışan diğer kadını farketti.

Gözleri Yusuf'u arayıp bulduğunda bakışlarıyla bunun ne demek olduğunu sordu. Yusuf ise sadece omuzunu silkerek başını başka yöne çevirdi ve hızlı adımlarla ona yaklaştı. Kolunu omuzuna atarken fısıldadı "Abim!"

Bilâl kardeşini seneler sonra canlı kanlı bir şekilde görmenin yüreğine verdiği rahatlıkla hemhal oldu. Bir süre etraftaki sesleri bile duyamadı. Gözleri kadının üzerindeyken kollarını kardeşinin bedenine sıkıca sardı ve gözlerini yumdu. Bu hasretlik meğer canına hesap edemediği kadar yetmişti. Seneler sonra belki de ilk defa katıksız güven duygusunu yeniden hissetti. Kollarını Yusuf'tan ayırırken aralarında bir kol boyu mesafe tuttu ve omuzunu sıktı.

"Kardeşim!" dedi "Dur sana doya doya bakayım!"

Yüzünde çizgiler beliren sadece kendisi değildi elbet. Yusuf da hayattan payına düşenleri almaya başlamıştı.

"Yaşlanmışsın be abi!" dedi Yusuf kahkaha atarak. Evet, gerçekten yaşlanmıştı. Yaklaşık 8 senedir onu göremiyordu ama hayatta olduğunu bilmek bile ona yetiyordu.

"Yusuf!" dedi Bilâl kardeşinin omuzlarından ellerini çekerek bir adım uzaklaşırken ve gözlerine bakarak sordu;

"Ne bilmem gerekiyor? Neler oluyor?" derin bir nefes alarak başını yere eğdi ve " Bu o mu?" diye sordu tekrar "Neden burada?"

Yusuf başını esefle sallarken cevap verdi.

"Bilmen gereken o kadar çok şey var ki ağabey. Ama biraz daha bekleyebilir." Abisinin mavi gözlerinde oynaşan kıvılcımları gördüğünde ona doğru bir adım atıp devam etti.

"Gözünü seveyim şimdi olay çıkarma abi. Zaten olayları öğrendiğinde sen de benim kadar şoka gireceksin!"

Bilseydi ağabeyi uğruna bu yollara çıktığı ablasının sayesinde buralardan kurtuluyor, acaba ne derdi? Buna tesadüf diyemedi Yusuf... Buna hayatçada "alış-veriş" denirdi. Hayat bir zamanlar neleri söküp aldıysa farklı bir şekilde ödemesini yapıyordu işte! Yusuf hüzünle başını sallarken, Bilâl kaşlarını gözlerinin üzerine devirerek esen rüzgârdan kendisini korumaya çalıştı.

O dediği kişi; elbette ki ablasından başkası değildi! Bilal onu seneler sonra gördüğü halde tanıyabileceğini hiç düşünmemişti. Biran afalladı. Yüreği vurgun yiyen bir dalgıç gibi dengesiz atmaya, nabzı yükselmeye başlamıştı. Seneler sonra kanlı canlı karşısında gördüğü bu beden, ara sıra gözlerinde beliren sanrılardan olabilir miydi? Başını esefle sallarken Yusuf'un onu doğrulaması geldi aklına. Acaba tüm bunlar bir rüyadan mı ibaretti? Öyle olsa hatırında kaldığı gibi gelip dikilmez miydi karşısına?

Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin