43

7.9K 369 42
                                    

Gel zaman, git zaman iki ay, koca iki ay bana getirdiği battaniyeye sarılıp güne uyandım. Mağara; soğuk isli ve küf kokuluydu ama gözlerimi kapattığımda dünyamı bir anda onunçakır mavileri aydınlatıyordu.

Derken bir gün gelmedi Murat... Ve sonraki bir gün daha... Ne kendini, ne beraberinde getirdiği yemekleri göremedim koca 1 hafta!

O günlerde öğrendim: eğer önemli bir işin yoksa ve ekmek elden su göldense, takvim hesaplarını tutmazmışsın!

Su gibi akıp giden iki aydan sonra beni cehenneme gark eden o bir haftayı ve onsuzluğu ancak o zaman fark etmiştim. Bunları dinlerken bana kızıyorsun biliyorum. Daha dün ananla evlendi, bugün sana geçmişimden bir kadını anlatıyorum ama beni anla istiyorum... Sessizliğime nasıl kavuştuğumu anla. Beni neden kimse fazla tanımıyor anla...

Neyse... O kadar çökmüştüm ki kendim için ilk defa ölümü bile istedim. Yaşadığım bir buhrandı ve ben onunla gözlerimi açmış, acılarımı unutmaya çabalamıştım.

İlk defa hissettim bu duyguların acıya kesen bıçaklarında doğranırken bedenimi saran o ürpertiyi... O duygunun ddını koyamadım evlat, halen de koyamam! Bunun tarifi yok, hiçbir zaman da olamaz! Acım bir an önce geçsin istedim ama geçmedi... Zaten perişandım, açtım üşüyordum. Bir de onun yokluğu eklenince üzerine tükendim... Mağaranın duvarları üzerime üzerime geliyordu, kendimi terörist gibi hissediyordum!"

Murat onu dikkatle seyrediyordu. Çektiği her şeyi yüzünden okuyabiliyor ama yine de içindeki kıskançlığa mani olamıyordu. Lafını hiç bölmeden dinlemek hoşuna gitse de bazen sorular sormak istiyor ama babasının tavrından dolayı korkuyordu.

"Bir hafta sonra..." diye devam etti Bilâl "Krem rengi beyaz hayvanlar karşı tepelerde yine gözüme çarptı. Bir hevesle kalktım, koştura koştura kalbimin girdiği kramplar eşliğinde soluğu aynı çeşmede aldım. Fakat o yine yoktu...

Neredeydi?

Adı neydi? Sonra tekrar ve tekrar lanet ettim. Hiç konuşmamıştık ki! Ne ben bir şey sormuştum ne de o tek kelam etmişti! Nerede olduğumu bile bilmiyordum ki! İçimi saran acıyı, ne sen sor ne ben anlatayım evlat! Delirebilirdim sanırım. Kirli pis ellerimle artık keçeleşen saçlarımı yoldum. Hayvan gibi kükreyip yerdeki taşa ayağımı vururken, karşımda lastik ayakkabılarıyla, 10 yaşlarında ufak bir erkek çocuğu bana baktığını fark ettim. Delirdiğimi düşünebilirdi ama umursamadım. Ben de ona bakmaya başladım. Sormak istedim ona çakır gözlümü ama cesaret edemedim. Bir yandan da aklımdan ne demeliydim ne sormalıydım, nasıl sormalıyım diye geçiriyordum... Boşa koysam dolmuyor doluya koysam almıyordu. Çaresizliği öğrendiğimi sanıyordum bir zamanlar ama yanılmıştım Murat. Çaresizlik hiçbir zaman tam anlamıyla öğrenilmiyormuş...

Aldığım eğitimler, gördüğüm işkenceler, bana belki senelerce çok ağır gelmişti fakat ben asıl işkenceyi onsuzluk başıma tebelleş olduğunda öğrenmiştim. Yaralı, kuduz bir hayvan gibi içimdeki acıyla kalakaldığımda sadece karşımda bana sarı gözleriyle bakan o çocuk vardı...

O bana korkak gözleriyle bakıyordu ya onun titremelerinde ilk kez yüreğimdeki sarsıntıyı hissettim. Korkuyordum... Belki hayatımda ilk kez korkuyordum. Onlarca silahı profesyonelce kullanan ben, defalarca öldüren ve ölümle yüz yüze gelen ben, ilk kez korkuyordum. Elle tutulmayan, gözle görülmeyen bir şeyden hem de...

Bir kadının yokluğundan, suskunluğunda bir daha onunla kaybolamamaktan, doğradığı tek domatesi bile artık benimle paylaşamamasından deli gibi korkuyordum."

Bu konuşma geceye kadar da sürse de mutlaka yapılacaktı ama çoktan öğlen olmuş, ezan okunuyordu. Yaklaşık 3 saattir Bilâl anlatıyor, Murat dinliyordu. Delikanlı keçe bir Yörük çadırında dede korkut hikâyeleri dinler gibi meraklıydı. Bilâl ne zaman sussa içinden "susma, hadi devam et!" diyordu ama bazı şeylerden bahsederken babasının yüzünün aldığı şeklin farkında değildi. Bir çok şeyi okuyabilirken bir çoğuna yabancı kalıyordu. Yabancı kalışıysa o acılarla henüz tanışmadığındandı...

Bilâl'in bakışlarından çektiği acı kitap gibi okunuyordu. Sanki o anları tekrar tekrar yaşar gibi anlatırken hissizdi. Sesi bir dalga gibi bazen coşarak yükseliyor, bazen de med-cezir vuran sahil gibi ıssızlaşıyordu. Yukarda can çekişen açlıktan perişan hale gelmiş adamları ikisi de hatırlamıyordu.

"Göğüs kafesimin içinde, tam kalbimde değil, midemin üzerindeki o çarpıntı depreminin paniğiyle, içine girdiğim kaosun ne olduğunu anladığımda; elim kolum bağlı beklediğim günlerime küfürler yağdırdım. Çocuğa hiç bir şey söylemeye cesaret edemedim niyeyse, sanki ağzımı açtığım an geri dönülmez bir yola gireceğimi sandım. İyi ki de açmamışım!

Çocuğun peşinde bana güvenebileceği bir mesafede epey yürüdük. O günkü yorgunluğumu hiç unutamam çünkü günler aç, susuz ve duygusal olarak çöküntü içindeydim... İçimde beni hiç terk etmeyen bir acıyla baş başa günlerimi saatlerimi geçirmiş, senelerdir yapmadığın iç hesaplaşmalarımı yapmıştım. Vel hasıl... Çok yorgundum...

Akşam saatlerinde yaşadığı köye geldiğimizde, yine birşey demeden "sen yoluna, ben yoluma" dermiş gibi bakıp yanımdan uzaklaştı. Dımdızlak bir başıma orta yerde kalakalmıştım. Ulan mağarada en azından sığınabiliyordum şimdi ne halt yiyecektim? Kafamda milyonlarca soru soru işareti fink atıyordu da, anasını satayım bir türlü nereden başlamam gerektiğini bilemiyordum. Muhtemelen beni arıyorlardı, bu ihtimal yüzünden de susmak, sessizliğe gömülmek en iyisi dedim kendi kendime.

"Sağır dilsiz taklidi yaparak, evsiz bir meczupu oynamalıyım."

İşte suskunluğum böyle başladı evlat... Ağzımdan tek kelime dökülmeyen senelerim böyle başladı... Herşey iyi hoştu, plan da hazırdı ama sonra kendime baktım. Boyumu kilomu, yapılı vücudumu ne yapacaktım? O zaman böyle değildim tabi... Gençtim..."

Murat da onunla beraber gülümsedi. Gözünde genç Bilâl'i canlandırdı ve onun şimdi ne kadar da yakışıklı olduğunu fark etti.

"Sonra..." dedi Bilâl yine transa geçerek "Döndüm kendime baktım tabii, eski ben yerinde mi? Son 2 aydır eskisi gibi beslenemediğim için biraz süzülmüştüm ama kaslarım hala yerinde duruyordu. Ne derler? Minare yıkılmış ama mihrap yerinde duruyor..." Tekrar gülümseyip devam etti

"Saç sakalım uzamış, rezil bir haldeyim ama! Bir de günlerdir üzerimde leş gibi kıyafetler! Onu geçtim ben leş gibi kokuyorum. Sanki bok kanalına düşmüşüm! Çeşmeden akan soğuk suyla ancak o kadar temizleniyor insan ne yapayım? Dağ komandoları gibi börtü böcük yiyerek geçen son bir haftayı zaten hiç saymıyorum! Anlayacağın dedim kendi kendime; "Rezil bir haldeyim, ben bu insanları kandıramazsam bu halimle, kimseler kandıramaz!"

O gün beni akşamüzeri köyün meydanında oyun oynayan çocuklar karşıladı. Hayvanat bahçesindeki şempanzeyi izlermiş gibi meraklı bakışlarını üzerimi dikip, kendi aralarında gülüşerek bol bol fısıldaştılar.

Bense karar verdiğim role bürünüp ortalığı dinlemeye geçtim, her ne olursa olsun susmalıydım biliyordum. Başka çarem olsa inan ki denerdim ama elimden hiç bir şey gelmiyordu. Devlet işini hiç bir zaman şansa bırakmazdı. Mutlaka enkaza ulaşmış, hatta belki de yaktığım paraşütü bile bulmuşlardı. Ekip lideri olmak birçok sırra vakıf olmak demek Murat.... Ve birileri bu sırlarla beraber benim ortalarda dolaşmamı istemezdi biliyorum... Timimiz büyük ihtimalle zaten bu yüzden yok edilmek istenmişti. Ama kimin kuyruğuna bastık hiçbir zaman öğrenemedim..!"

Aklına Yusuf'un dedikleri gelse de bunları Murat'a anlatmamak en iyisiydi.

"Olduğum yerde çömerek sindim önce, madem bir meczup gibi davranmam gerekiyordu; aldım elime bir çubuk anlamsız sesle çıkararak yerlere bir şeyler çizmeye başladım. Sonra ondan da vazgeçtim zaten üstüm başım perişan! Sırtımda battaniye geziyorum çünkü havalar soğudu, bense üzerimde bir tişörtle helikopterden atlamıştım. Bir süre sonra meraklı bakışlar etrafımı sarmıştı. İnsanlar hiç değişmiyor evlat! Her yerde bu böyledir. Düşeni kaldırmaz izleriz, ölümü düğün gibi oturup izleriz ki bugün köy meydanını gördün. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir bunu hiçbir zaman unutma!

Velhasılnerede kalmıştık? He üşüdüğümden değildi ama konuşmak gibi bir seçeneğimortadan kalktığına göre en iyisi bana acımaları için onlara fırsat vermemdi.Neyse ki sanki beni duymuş gibi yaşını başını almış yaşlı bir adam çıkageldi.Yanıma çömdü, yüzüme bakıyor. Bana bir şeyler soruyor ama kaç kere seslendiysede sesimi çıkarmadım. Bana bakışları dün gibi hâlâ aklımdadır...


Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin