Yaşlı kadın yerinden kalkarken, Yonca da ona yardım etti. Gece duyduğu seslerden sonra Mübeccel Hanım Yonca'yı sabah tenhada yakalamış, hemen odasına buyur etmiş, biraz sohbet etmişlerdi.
"Hadi yavrum anlat bana hikâyeni..." dedi yaşlı kadın ve derin bir nefes aldı "Kocan nerede, evladından neden ayrısın?"
Senelerin kazandırdığı tecrübesiyle kaşlarını kaldırarak masumca konuşmaya devam etti.
"Pek tabi ayrı bir ev tutabilir, oğlunla yaşayabilirdin. Gündüz yanımda olur, akşamüstü dönerdin. Burada yer içerdiniz, masrafınız da olmazdı. Bir torunum da oğlun olurdu."
Gardırobuna ulaşıp kapaklarını açtı ve içinden döpiyes bir takım çıkardı.
"Bak, bugün cumartesi. Hava ne kadar güzel... Hadi bugün beraber gidip alalım yavrunu da bir gün fazladan annesinin yolunu gözlemesin. Bugün çok işin olduğunu ve ölsen izin istemeyeceğini bilecek kadar tanıyorum artık seni..."
Elindeki takımı yatağının üzerine bıraktı.
"Onu bir gün daha sabredemeyecek kadar çok özledin değil mi?"
Yonca Mübeccel hanımın dedikleri karşısında yüreği ağzında öylece dikiliyordu. Bu kadının gözünden hiç birşey kaçmaz mıydı? Dalgınca etrafına bakınmaya, terleyen ellerini üzerine silmeye başladı. Kaşlarını birşeyler düşündüğünü belli edercesine hareket ettirirken yaşlı kadının markajına takıldı. Üzerindeki bluzu çıkartıp kenara koyarken yaşlı kadın huysuzca Yonca'yı azarladı.
"Ne dikiliyorsun orada kazık gibi? Git üzerini giyin bakayım. Hem bana bak "gelin"; evladını bir daha kimse için bir kenara atmayacaksın anladın mı?" dedi parmağını tehditkâr bir şekilde sallayarak "Ne kocan, ne anan, ne baban ne de el âlem! O senin canından, kanından..."
Sonra bilmişçe dudaklarını büzdü.
"Söyle bakalım şimdi neden böyle kalakaldın?"
Yonca ah bir diyebilseydi içinden geçenleri... Ama susmayı yeğledi. Şimdi hiç içinden geçenleri anlatma vakti değildi. Deli gibi istese de birşeyler demeyi sustu. Aylardır yaptığı gibi içine attı. Önce Yusuf'la konuşmalı, önce ona kendini affettirmeliydi.
"Ben gidip giyineyim o vakit..." diyerek elini kolunu sallaya sallaya kapıya doğru ilerlerken Mübeccel Hanım'ın dudakları kurnazlıkla kıvrılıverdi
"Bi zahmet kızım..."
*****
Hatice ve Murat evde kalmışlardı. Yusuf ile Bilal Karan kimseye yük olmadan kalkmış, üstlerini giyinip evden çıkmışlardı. Efsun da onların ardından soluğu yine bahçede almıştı. Gerçi dün olanlardan sonra dört gözle beraber yiyecekleri kahvaltının hesabını yapıyor olsa da babası işkillensin istemiyordu. Olur da evi ararsa evde olmak, dikkatini çekmek, hele de dünkü sevincini açıklayamayacağı için bugün de o şekilde yakalanmak en son isteyeceği şey bile değildi.
Babaannesi onları ne olursa olsun ayırmayacağını söylememiş miydi? Ona inanıyordu. Onda güç, irade ve sonsuz bir sevgi görüyordu. Onu bazen gözlerinden devamlı merhamet dolu ışınlar saçan bir savaşçıya benzetiyor, aklına gelen görüntülerle kıkır kıkır kıkırdıyordu.
Bu sabahsa içi kıpır kıpırdı ve ona iyi gelecek şey kesinlikle temiz havaydı. Tüm gece uyumamış bir sağa bir sola dönüp durmuş, sabaha da darmadağın bir yatak bırakmıştı. Olanları düşünmekten, Yalın'ı hayal etmekten, onun gözlerinde yeniden ve yeniden doğmaktan başka hiçbir şey aklına gelmemişti. Evden çıkıp sallanarak bahçeye doğru yürümeye başladığında önce taze açan hanımelilerin kokusunu genzine çekti. Çevresine göz ucuyla ilk defa alıcı gözlerle baktı. Bu bahçenin bu kadar güzel olduğunu daha önce nasıl fark etmediğine yandı. Dudaklarını hüzünle kıvırırken bugün daha önce hiç yapmadığı bir şey yapmaya karar verdi. Yeşil gözleri hınzırca parlarken dün geri döndükleri yolun istikametinde bahçeyi arşınlamaya başladı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...