Susuyor ve onun konuşmasını bekliyordu fakat Bilâl bir türlü dile gelip, ağzındaki baklaları çıkarmıyordu! Daha fazla dayanamayıp, kaldırdı başını ve gözlerini sevdiği adamın yüzüne çevirdi. El ele, diz dize böyle olmayı ne kadar çok beklemişti...
İnsanlar ölenin ardından hep yas tutabilmeyi istese de yürek tutmuyordu işte o yasları, bir anda karşı geliveriyordu tüm insani isteklere!
Bir anda ortaya çıkan bir bedene önce ölesiye bağlıyordu gözleri, ardından içindeki ruha âşık ediyordu sessizce... İpin ucu ne zaman kaçarsa; o zaman anlıyordunuz geri dönülmeyen yollara girdiğinizi...
Kendinize yakıştıramıyor; toprak altında yatan bir bedene ve arşa yükselen bir ruha karşı tarifi mümkün olmayan bir vicdan azabı hissetmeye başlıyordunuz...
Hatice de öyleydi... Sahi; kaç sene cebelleşmişti genç kadın kendisiyle? Bilâl'i her gördüğünde, çakır gözleriyle titrerken elleri kalbiyle birlikte ve Murat'ın gözlerine her baktığında; kim bilir kaç kez Abdullah'ın yerine o ölmeyi dilemişti! İhanet ettiğine kendini inandırmış ölmeyi ister hale gelmişti ama hayat, devam ediyordu işte...
Gözler çarpıştığında; tenlerin arasındaki o gizli elektrik inkâr edilememeye başlandığında susuyordu artık vicdan... Kalp bağırıyordu "Ben buradayım!" diye... Çünkü yaşamanız ve ölmeniz sadece ona bağlıyken; vicdan denen ve nerede olduğu hiç bir zaman tarif edemediğiniz şeye "Ruhunuzdan bir parçaya." emanet ediyordunuz bedeninizi. Genç kadının kahve gözleri nemlenmişti düşündükleriyle, parmaklarını Bilâl'in dudaklarının üzerine koyup usulca bastırdı
"Sus!" dedi. "Sus, her zaman nasıl sustuysan şimdi de konuşma yalvarırım... Bırak bu günü olması gerektiği gibi yaşayalım... Artık... Ben senin karınım! Ve artık kadının da olmalıyım..."
Ne kadar utanmaz olmuştu böyle Hatice? "İstemem yan cebime koy" havalarına girip naz bile yapamaz olmuştu. Ama hiçbir fenalık bu güzel anı bozmasın diyeydi tüm çabası. Bıçağın kemiğe dayandığı an bu andı işte... Senelerin hasreti bugün üzerinde oturdukları bu yatakta artık dinmeliydi... Geri dönüşü olmamalıydı. Dün olmamalıydı mesela! Eski acılı sancılı günler anlar geri gelmemeliydi artık. Hasretin damla damla aktığı yüreğindeki oyuk daha fazla büyümemeliydi. Ne çok beklemişti bu anı bu geceyi? Kimsesiz kalmayacaktı artık. Bilâl onun eri, erkeği, yuvası, sırtını dayadığı duvarı olacaktı. Belki hayallerini kurduğu evlatlarına onunla kavuşacaktı. Bedeninden tüm izler silinmeli sadece onun olmalıydı. Ve hayal meyal hatırladığı ayıp şeyler şimdi Bilâl'le kendi arasında gerçekleşmeli sevdaları mühür altına alınmalıydı.
Hatice'nin sözleri Bilâl'i susmaya iten yegâne şeydi. O da aslında Hatice'den farklı değildi... Bir şeyleri ortaya döküp müstesna dakikaların içine tükürmek istemiyordu ama genç kadın onu susturmasa devam etmeye de kararlıydı. Onun dudaklarına değen parmaklarını avucuna alıp masumca bir öpücük kondurdu ve kokusunu derin derin içine çekti. Elleri kına kokan kadın... Temizlik masumiyet kokan taze... Acaba teni nasıldı? Dudakları, koynu, gerdanı nasıldı?
Şimdi hiçbir zaman çok konuşmayan dili daha hayırlı şeyler yapabilir, gül kokulu Hatice'nin teninde gezinebilirdi ve bu fikir dudaklarını gülümsetirken bıraktı Hatice'nin ellerini ve duvağını kaldırdı...
Kalbi göğüs kafesini adeta parçalıyor ve tırmalıyordu bedenindeki her damla kan damarlarını... Uyuşmuştu Bilâl ama gözleri hiç olmadığı kadar parlıyor ve elleri acele etmek istiyordu bir an önce hasretini çektiği bedene dokunabilmek için...
Hatice ise; bir bakire gibi, telaşlıydı. Sanki ilk defa sevilecek, koklanacak ilk defa sevişecekti... Senelerdir öpmeyi beklediği dudaklar tam karşısında ona doğru yaklaşırken, anın büyüsüne kapılıp gözlerini kapattı. Bilâl önce yanaklarına dokundu dudaklarıyla, sonra biraz daha inip çenesiyle boynunun birleştiği çukura dayadı yüzünü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
Genel Kurgu"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...