Bilâl, yakıcı ayaz ve şiddetli tipide hiç bir yeri göremiyor, üstü başı ince ve apar topar çıktığı için de kendine küfürler yağdırıyordu. Daha şimdiden ayak parmakları ıslanmış ve elleri buz tutmuştu. Ne olduğunu anlayamasa da, insanların belirli bir yöne koşuşturduğunu gördüğünde, onları takip etmeye karar verdi. Kolunu yüzüne siper ederek ayaza ve tipiye karşı koymaya çalışıyordu. Bata çıka karda ilerlemiyor resmen debeleniyordu. Büyük bir panik havası vardı ve sebebini kimseye sormaya gerek yoktu. Ne olduğunu nasılsa gidip görecekti.
Az ilerde yükselen siyah bulutları gördüğünde ise, ayakları kendinden bağımsız telaşlı bir koşuşturmacaya girişti. Gözlerinin önünden sanrılar şeklinde benzer sahneler geçti. Arkadaşlarının çığlıkları, yine seneler sonra kulaklarını doldurmaya başladı. Arkadan bir yerlerden gelen makineli tüfek sesleriyle kalbi kulaklarında atmaya başladı. Alevler... Bağıran insanlar... Ağlayan çocuklar ve çığlık çığlığa kadınlar... Geçmişindeki her şey, bir anda gözlerinin önüne serildi. Ayaklarında prangalar ellerinde kelepçeler vardı sanki ve yetişmeli herkesi kurtarmalıydı. Yine düşen helikopteri izledi sanki yaşaran gözleriyle... Hem dış dünyadan soyutlandı hem de şu anda kilitli kaldı. Düşen metal yığınına takıldı gözleri! Arkadaşları oradaydı işte! Kurtarabilirdi! Arkasından gözleri yaşlı bakmışlardı ama şimdi bir şansları olabilirdi! Hepsinin ardında ailesi, sevdikleri vardı! Gidemezdi, onları bırakıp gidemezdi, bu sefer olmazdı! Helikopter henüz tamamen patlamamıştı ve gerekirse onlarla ölürdü! Onları kurtaramadığı için senelerce ölmektense bir anda onlarla birlikte ölür giderdi!
Sonra bir anda sıyrıldı sanrı cehenneminden. Bugüne döndü. Gözleri düşen jetteydi. İçine yine o lanet his gelip oturmuştu. Bu sefer olmazdı! Bu sefer kimse bu metal yığınında ölemezdi. Gözlerini etrafa çevirdi. Enkaza bir kaç metre kala durakladı. Etraftaki köylülerin, bir şov izler gibi elleri arkalarında enkazı izlediklerini gördüğünde ise, herkesin ilk defa şahit olabileceği kadar şiddetlenip;
"Hadi!" diye bağırdı. "Hadi ne duruyorsunuz yardım edin!"
Kendini patlama tehlikesine rağmen alevlerin arasına attı. Cebindeki pamuk mendili süratle ağzına bağlarken; bir tatbikattaymışçasına hızla durum tespiti yaptı ve tek tek yaralıları dışarı çıkarmaya başladı. Kapı ile gövde arasına sıkışan yaralıyı çıkarmak üzereydi ki, uçak bir anda alev alıp seri halde patlamaya başladı. Kulakları patlamanın şiddetiyle çınlarken aklında sadece Efsun'u ve artık kavuşacağını umduğu Fidan'ı vardı... Ama bir çift kahve gözde takılı kaldı hayalleri... Bir elini uzatmak istedi başaramadı...
Sessiz bir uğultu ortalığı yırtarken, enkazın alevleri kararan gökyüzünü aydınlatıyordu. Son anda yetişen genç adam sayesinde Bilâl ölümü beklerken kendini yine yaşamın kucağında bulmuş, önce Fidan'ına kavuşamadığı gerçeğiyle üzülmüş, hemen ardından biricik yavrusunu bu dünyada tek başına bırakmadığı için şükreder olmuştu... Ve yine o kahve gözler gelmişti aklına. Belki de son nefesleri veriyorken olmaması gereken tek şey olmuş, onun yoksunluğunda geçen ömrüne ilk defa üzülmüştü. Evladından sonra onu da ardında bırakacak olmak... Onu çekiştiren genç adamın farkında bile değildi. Sisli bir perdenin ardındaydı Bilâl... Hâlâ yaralı adama sarılmış bırakmıyordu. O onun umuduydu. Vicdanının durmadan kanayan tarafına merhemdi.
Murat; gücünün son damlasına kadar canhıraş bir çabayla alıverdi iki adamı alevlerin arasından. Uzaktan bakarak daha fazla seyirci kalamadı. Kollarındaki canları soğuk karların üzerine öylece yatırdı. Şimdi yerde dizili birer ceset gibi duruyorlardı. Bir enkazdan çıkarılmış isli, paslı, yanık cesetler gibi! Tipi az da olsa hafifler gibi olmuştu ama sırtından ter boşalıyordu. Yere çömeldi ve Bilâl'in başını dizlerinin üzerine koydu. Eğildi, nefes alıp almadığını kontrol etti. Gözü yanmış koluna takıldı. Kazak tenine yapışmış, etrafı yanık et kokusu sarmıştı. Enkazdan bir an çığlık sesleri yükselir gibi olduğunda; sarsılarak gözlerini alevlere çevirdi. Ağzının içinden isyanlarla beraber katmerli küfürler sıraladı. Bir süre sonra ise gözlerini açan adamın yüreğine ektiği umutla kocaman gülümsedi. Yerden kalktı ve üzerini el yordamıyla silkeledi. Az önce kulağına çalınan çığlıkların acılı gürültüsünü; zihni adamın mavi gözleriyle ötelemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
Ficción General"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...