48

6.1K 350 138
                                    

Bilâl, Murat'ın gözlerinin içine bakarak ve devam etti;

"Eve nasıl gittim, eşyalarımızı nasıl topladım bilemedim. Yine gecenin bir yarısı yola düştüğümüzde elimde usturam, hacı şakirle ay ışığında saçımı sakalımı tıraş ederken buldum kendimi! El yordamı kendimi bir ağacı budar gibi ilk budayışımdı. Hatırladıkça hâlâ gülerim...

Ertesi gün yanımda Efsunumla kendimizi köy meydanında bulduk. Yine başladığımız yere dönmüş gibiydi her şey.

Sakin, sessiz, vakur...

Ama artık bu suskunluğumu taşıyabileceğimi ya da duyduklarıma tepkisiz kalabileceğimi sanmıyordum. Bir an önce sığınacak bir çatı bulmalı, ve geliş nedenimi hayata geçirmeliydim. Artık ezberlediğim eve doğru tırmandığımız yamaçta bahar ile yer yer yükselen suların ve ıslak toprağın kokusuyla bulandık. Cennetten bir köşe gibiydi yeni sığınağımız. Sen hatırlar mısın o zamanları bilmem ama sanmıyorum daha 4-5 yaşlarındaydın...

Neyse gül kokulum koynumda uyurken sığınabileceğimiz bir yer aradım ama tek bulabildiğim sabah namazı için kapılarını açan ufak bir cami oldu. İmam ve cemaatin yardımı ile yerleştiğimiz tek göz odalı ev, bize senelerin yorgunluğunu unutturmuştu.

Sıcak, temiz, sakin... Elleriyle beslemiş, evlerinden getirdikleri yatak, döşeklerle sarıp sarmalamışlardı bizi. Ertesi gün soluğu daha yeni toprağa verilen Abdullah'ın evinde aldığımda; tek bildiğim o kadını ve sabiyi kimseye yedirmemekti. En fazla dört yaşlarında güzeller güzeli bir erkek çocuğu yani sen ve hurileri kıskandıracak güzellikteki Hatice...

Ne yapıp edip kendimi Abdullah'ın akrabası olarak kabullendirebildiğimde aslında sırtıma sizlerin yükünü de almış oluyordum. Yine suskundum, çok konuşmazdım ama eskisi gibi bir meczup değil, ağır bir abi gibi davranıyordum. Araya geçilmez duvarlar koysam da zaman içerisinde ben sana abi, Hatice ise Efsun'a abla olmuştu.

Tabi bu arada öğrendiğim gerçek, bir kere daha beni hayata küstürmüştü. Abdullah'ın katili bu köydeydi. Aramızdaydı. Gözümün içine baka baka masumu oynamaktaydı..."

Bir olay nasıl bu kadar karışabilirdi? Murat'ın aklı artık yerinde değildi! Burada, bu köyde babasının katiliyle birlikte halen yaşıyor olamazdı değil mi? Allah kahretsin! Eğer o adam halen buralardaysa onu elleriyle boğacak, leşini yaban domuzlarına yedirecekti! Hiddeti paçalarından sel olup akarken, her şeyden bihaber Bilâl konuşmaya devam ediyordu.

"Benim dışımda herkesi kandırdı senelerce. Hatice'nin gözünü defalarca korkuttu. Ama benim koyduğum engeller yüzünden daha ileri gidemedi. Bir süre sonra daha fazla dayanamayarak Yusuf'u aradım. Kardeşimi... Hayatla kurduğum ikinci bağımı.

İlk bağım Efsun, sen ve Hatice'ydi. Artık ailemdiniz.. Geride bıraktığım hayatım, gerçekleşemeyen hayallerimdiniz. Ben hayallerimde sanki Fidan'ın doğurduğu senin babandım hep. Ve Hatice benim hayatımda özlediğim bütün kadınlardı...

Yıllarca benden haber alamayan Yusuf'un sesi bir anda yükselip tüm bentlerimi yıktığında ikinci kez sarsılarak ağladığımı hatırlarım. Günlerce sersem gibi gezdiğimi hatırlıyorum evlat! Elimden gelen tek şeyi yaptım onunla buluşabilmek için: yerimi kendi ağzımda ihbar ettim. O zamanlar Efsun'um 12 yaşındaydı. Serpilmiş, güzelleşmiş, cennetteki hurileri bile kıskandıracak gamzeleriyle bana Fidan'ı resmeden güneşim olmuştu.

Köyün şehirle tek bağı olan eski model dolmuşlar bir gün kardeşimi tek göz odalı evime konuk etti. Yanında kocaman bir kutu ve gülen yüzüyle bana tekrar nefes alabilmem için bahaneler sundu. Yusuf'um... Başıma gelen olaylardan haberdar olduğunu fakat bana ulaşamadıkları için öldüğüme inandıklarını söyledi..

Sistemde birçok değişiklik yapıldığını ve devletin köstebekleri ayıkladığını öğrendiğimde ise bir umuda sarılmıştım. Ailemin yanına gidebilmek için, yarım bıraktığım hayatımı yaşayabilmek için ama en çok Efsun'um için umutlanır olmuştum. Ama bunun işin yaklaşık 5 sene daha beklemem gerektiğini söylemişti. Eyvallah dedim. Geçen onca senenin yanında 5-6 senenin lafı bile olmazdı!

Kutuyu açtığımda beklediğim açıkçası televizyon falandı. Ama karşımda duran şey: son model bir uydu telefonu ve telsizdi. Askeriyeden çıkma olduğu üzerindeki demir etiketlerden bile belli oluyordu. Sanırım Yusuf benim sandığımdan daha farklı görevlerdeydi. Güneş panellerini gördüğümde başta ne için olduğunu anlayamasam da her ihtimale karşı şarj depolama amaçlı olduğunu anlamıştım.

Yaklaşık bir sene sonra köye gelen mimarlar mühendisler bize baraj müjdesini verdiklerinde, tüm o güzel günler geride kaldı. Muhtar Ali devletin hak sahipleri için dağıttığı parayı budayarak millete dağıttı ama kimseler sesini çıkaramadı. İnsanlar ellerine geçen üç-beş kuruşla en fazla kendilerine ev yapmak için malzeme alabilmişti.

O günden sonra her şey değişti. Hayaller Yıkıldı. Bu Allah'ın belası çukurda kalakaldık. Genç bir nesil tükendi gitti yani sizler. Doğan bebeler kimliksiz büyüyor halen. Evlenenler resmi nikâhtan bihaberler! Kaç mevsim geçti saymadım evlat o günlerden bu günlere gelene kadar...

Görüyorsun işte herkes yayla diye kullandıkları bu mezrada hapis hayatı yaşıyor. 4-5 senelik evlerimiz malzeme eksikliğinden işimizi bile görmüyor. Senelerdir kimsenin yüzü içten gülmüyor. Rezilliğimize bak ki ölülerimizi defnedebilmek bile bizim için ıstırap!

Donmuş bir toprağı kazmaya çalışmak gibi evlat aslında hayat! Sen ateş yakar etrafında ısınmaya çalışırsın. Gökyüzünden kar yağar. Rüzgâr inadına eser, donarsın. Bir kaç kıvılcım değse etine bilirsin yakar ama yine de ona muhtaçsın..."



Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin