Multimedya: Ayvalık'taki konak ;)
Ayrıca ithaf isteyenler yorum atabilirler ;)
*****
Bilâl Karan; Ayvalık'a geldikleri ilk dakikadan itibaren Efsun'un bahçeden dışarıya çıkmasına dahi kat'i bir şekilde yasak getirmişti. Yabancılarla konuşmasını yasaklamış, onu incitebilecek herkesten onu korumak için deli gibi çabalamıştı. Tüm başlarına gelenlerden sonra yapmaya çalıştığı: üstünkörü onu korumaya almaktı.
Onun suskunluğu büyüdükçe içindeki acı da büyümüştü. Efsun susuyordu. Bazı zamanlar kızında kendini görüyordu. Kızı sanki tüm huylarını ondan almış gibi hayata karşı benzer tepkiler vermeye başlıyordu. Aslında onu da anlıyordu. Çocuk yüreğinin o gün nasıl da sarsaklandığını bedenindeki tüm izlerden okumuştu. Akşamüzeri yüzünde peydah olan morartı; Ali'nin ellerinin de rahat durmadığını onlara anlatmıştı...
İçinde biriken acısını gözyaşlarıyla kusup kızının yamacına kurulmuş, günlerce gözlerini ondan ayırmadan beklemişti. "Su..." bile dese yeterdi ya Efsun onu bile istememişti. Efsun o günden sonra bir süre hiç konuşmamıştı...
Sonraki günlerdeyse sadece tenindeki yaraları kabuk bağlamıştı. Yüzü bir mermer gibi cansızlaşmış, gözlerinin feri sönmüştü. Ruhu un ufak olduğu halde yapıştırılmaya çalışılmış tutkal izleriyle bezeli bir vitrayı andırıyordu.
Yemek vakti sofraya otursa da açlıktan ölmeyecek kadar birkaç lokma kursağına giriyordu. Etrafında onun için pervane olan herkese kör gözlerle bakıyordu.
Bir gün Bilâl Karan'ı annesi bir köşeye çekip "Evladım bu böyle olmayacak. Al bu kızı bi doktora neyin götür. İntihar falan edecekmiş gibi ortalıkta canı yüzünden çekilmiş geziyor, onu öyle gördükçe benim de yüreğime inior!" dediğinde ancak bir şeylerin farkına varabilmişti. Oysa kızı günden güne tükendiğini hiç saklamamıştı. Dile gelip isyan etmemişti. Bir günden bir güne onlara hesap sormamış, susmaya devam etmişti. O ise yine bir şey anlayamamıştı. Bu farkındalık Bilâl Karan'ı yakıp yıksa da dik durmaya çabalamıştı.
Suskunluğunun yaşadıkları yüzünden olduğunu düşünüp bir kaç psikolog gezmeye başladıklarındaysa Efsun kendi kendine pes etmiş; "Ben konuşabiliyorum, Lütfen artık beni rahat bırakın!" diye veryansın etmişti.
Yaşadıkları çok zor şeylerdi kabul ediyordu elbet Bilâl Karan ama içine kapanmasını da kabullenemiyordu. Onun gözlerinin önünde bir mum gibi eriyişine tahammül edemiyordu. Kendisi gibi kızının da senelerce hayattan soyutlanmak isteyeceğini biliyor, bunu kabullenemiyordu. Susmak onun vermeyi öğrenebildiği tek tepkiydi. Senelerce kızına bu şekilde örnek olmuş ve şimdi ne ekerse onu biçiyordu. Bağırsa, çağırsa, kırsa, dökse, eteğindeki taşları bir kere bile olsa dökse; uzaklarda kalan "Bilâl" ; elbette Efsun da öğrenecekti. Lakin ona bırakabildiği tek emanet: ilgisiz, sevgisini gösteremeyen, sessiz bir baba örneğiydi.
Bir zamanlar hiç de kızını düşünmeyerek bencilce davrandığını fark ettiğindeyse vicdanında derin çatlaklar peydah olmuştu. Küçük Efsun; bir aynada kendine bakar gibi her soluğunda babasını örnek alıyordu...
Özlediği topraklara dönmüş olmanın tüm sevincini ise yaşayamamıştı. Başlarına gelen son olaylardan sonra gülmesi bile o kadar imkânsızdı ki sadece annesine sıkıca sarılıp, koklamıştı. Onu gördüğünde tanıyamamış, gözlerinden pişmanlık yaşları sicim gibi boşalmıştı. Gereksiz sevgi gösterilerinde bulunulmamış, sanki hiç bir şey olmamış gibi, sanki hayat kaldığı yerden devam ediyormuş gibi davranılmıştı. Herkesin sevinci Efsun'un hüznünün gölgesinde kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...