Kahvaltılar edildiğinde iki kadın yine baş başa kalmıştı. Yonca meselenin boyutunu fark ettiğinde ilaçları masanın üzerine bırakıp mutfaktan kaçmıştı. Mübeccel Hanım duyduğu şeyle şoka girerken Hatice olan biteni anlatmış sonra da susmuştu.
"Hadi biraz daha koyverek diyordum da kızım. Cık! Yook! Şimdi anladım ki değil bir süre beklemek bir saat beklemek bile günah!"
Koltuktan kalkıp gelinin eline uzanırken kaşlarını çattı.
"Efsun'um böyleyse Yalın'ım ne durumda acep?" başını iki yana salladı "Eli ayağı tutmazken yavrum bir de bunu mu çekiyor?" Cık cıklarken Hatice ayağa kalkmış üzerini düzeltmeye çalışıyordu. Bu arada yaşlı kadın yine konuşmaya başladı.
"Ben onlardan bekleyim, onlar benden beklesin. Ol-du! Benim iki koca kazık su başından gelmeyen eşek gibi inadından tepinip dursun, millet götünü yaysın otursun, benim iki gözüm ayrı kalmaktan kara sevdalara düşsün! Hasbinallah!"
Elleri kolları ayrı oynayan kadına bakarken Hatice'nin gülesi gelse de kendini tuttu. "Benim o koca eşekler var ya koca eşekler!" diye söylenirken bir anda durdu. "Hatice..." dedi gelinine yaklaşırken "yanımda olur musun kızım? Bana güvenir misin? Sırrımı bir süre de olsa saklar mısın?"
Hatice yüzünde şaşkın bir ifadeyle ona bakarken yaşlı kadın devam etti. "Biz bu iki genci gizli gizli buluştursak, şöyle arada ne kadar buz varsa eritiversek. Ha ne dersin var mısın? O iki koca eşek de duyduklarında çatır çatı çatlasalar? He ne dersin sence yapabilir miyiz kızım?"
Hatice duyduklarıyla beraber kayınvalidesiyle nasıl da aynı şekilde düşünebildiklerine şaşırdı. Yüzü utancıyla kızarırken "Ana inanır mısın?" dedi mahcupça "Ben de böyle düşünüyordum ama size söylemeye çekiniyordum..."
Mübeccel Hanım genç kadının koluna girerken bir eliyle de yüzünü sıvazladı.
"İnanırım güzel kızım..."
İki kadın da evlatlarının yüzü gülsün diye kendini hak yolunda ateşe atmak üzere olan İbrahim peygamber kadar teslimdiler. Yanacaklardı elbet ama belki o ateşler gül bahçelerine dönüşecekti...
Evden kol kola çıkarlarken Mübeccel Hanım Yonca'ya seslendi.
"Yonca kızım; biz biraz yürüyüş yapıp geleceğiz. Gelen giden olursa idare et emi? Nerede olduğumuzu sorarlarsa söylemediler dersin..."
Yonca onların yapacağı şeyden habersiz gülümseyerek başını sallarken elindeki hortumla çiçekleri sulamaya devam etti. Dudaklarında oğlunun en sevdiği çizgi karakterin cingıl müziği vardı. Ne zaman Hatice'yle Murat'a bakakalsa yüreği yanıyordu. Neyse ki bu hafta sonu yine oğlunu görmeye gidecekti. Hem de her zaman ki gibi birkaç saat değil iki gün doya doya sarılıp koklayabilecekti. İçi biranda kıpır kıpır olurken uzaklaşan kadınların farkında bile değildi.
Mübeccel Hanım ve Hatice son kez arkalarına ve evin etrafına bakındılar. Gidecekleri yol üç beş adımdı lakin sanki Araftı.
Taş patikada yürüyüp bahçe kapısından çıktıklarında heyecanları bariz bir şekilde yüzlerinden okunuyordu. Heyecan, merak ve sevinç içindeki kalpleri Özsoy ailesinin kaderi için atıyordu. Yan yana olmasına rağmen arazilerin konumu nedeniyle evlerin yönü birbirine ters düşüyor, diğer konağın girişi bir alt mahallede kalıyordu. E haliyle onlara da bu mesafeyi yürümek kalıyordu!
İkisi de yaramazlık yapan çocuklar gibi tedirgin ama atacakları adımın tadını çıkarıyordu. Yol boyu etrafta duydukları her sese, her harekete irkildiler. Mübeccel Hanım; "Aman kızım!" diyordu gelinine "Bizim eşeklere yakalanmayalım. Sonra sittin sene ağızlarında sakız gibi çiğnerler bizi!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
Ficción General"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...