O da bazı şeylerin farkındaydı ama içinden gelmiyordu işte... Kendi de bir ad koyamıyordu içinden geçen duygulara... Sadece kirlenmek istemiyordu, ne güzeldi tertemiz kalmak.
Zurna susmuş, köy halkı Bilâl'i hayranlıkla izlediğinin farkına bile varmadan ayma hali yaşamıştı. Eskiler bunun bir zeybek oyunu olduğunun farkındaydılar ama birçoğunun aklına aynı Murat'ın aklına gelen o soru gelmişti...
"Bilâl bu oyunu oynamayı, nerden öğrenmişti?" Onu bu yörelerden diye biliyorlardı ama her farklı hareketinde şüpheye düşüyorlardı. Tüm kadınlar hayran hayran Bilâl'i süzerken Hatice haklı gururu ile kabaran göğsünü daha da dik tutup ona ellerini uzatan adama baktı bir süre... Dalar gibi... Kulakları hiç bir sesi, gözleri ondan başka hiç bir şeyi görmüyordu...
Efsun; hemen Hatice'nin yanında aklı başka yerde olan bedeniyle öylece dikiliyordu. Aklı Zeliha Ananın evinde adını dahi bilmediği ama içinde bir yerlere buyur ettiği genç bedendeydi. Aklı onunla o kadar doluydu ki babasının heybetli dansını sonlarına doğru yakalamış o kadarcık görüntüyle bile mest olmuştu. Şimdiye kadar babasını hiç bir oyunda görmeyen bir kız çocuğu için, bir ayma vaktiydi bu onun için. Aklı evdeki delikanlıdan kısa bir süre de olsa uzaklaşmıştı
Hiç merak etmediği ve sorgulamadığı bir baba ile bu günleri görmüş olsa da; son zamanlar babasında karşılaştığı şeyler, ezber bozan cinsindeydi. Adını koyamadığı ve tarif edemediği bir merak dalgası; onu her gün biraz daha bilinmeyene, bilmediklerine karşı sürüklüyor ve içinde susturamadığı bir şeylerin sesleri yükselip, sorgulama isteğini arttırıyordu.
Ahalide bir anda başlayan uğultu ise artık kavuşma anının habercisi gibiydi. Senelerdir birbirine uzaktan bakan 2 çift göz ve birbirini uzaktan bile hisseden bir çift yürek... Artık bir olmak için attıkları adımda ve hayat yolunda hiç ayrılmamacasına birleşmek adına yürüyorlardı...
"Herkese, her şeye rağmen; her şeyi değiştireceğim" diyordu Bilâl kendi kendine. Onları izleyen gözlerin farkında, fakat fazlasıyla rahat bir şekilde gelininin elini tutarak bir hamleyle onu önüne çekip evin yoluna yönlendirdi. Bir yandan da adet gereği sırtına yediği yumrukları savuşturmaya çabalıyordu. Zorla yedirdikleri bir tepsi baklava midesine oturmuş acı acı yakarken, şimdi milletin yaptığı olacak iş miydi?
"Çökerttiniz omuzum gitti gitti! El insaf imansızlar!" Bu sözlere kıkırdayan Hatice'nin kulağına yanaşıp
"Sana gelmiyor değil mi tazem? Yiğidin burada can çekişsin sen kıkırda hiç yakıştıramadım, cıks cıks cıks!" Hatice susmak yerine biraz daha kıkırdarken içinden de dua ediyordu erine sağ salim kavuşmak için keza yok dese de çok güçlü olmayan birkaç yumruk darbesi tenini sıyırıp geçmişti.
Murat ise annesini gerdek odasına yollarken, biraz utanmış, biraz da kıskançlık duygularıyla harmanlanmış ve yine aptalca bir atak yapmıştı. Bilâl ağabeyi nasıl olsa o kadar yumruğun içinden, Murat'ın yumruğunu ayırt edemez durumdaydı değil mi?
Bu adamın arkasında gözü varsa, zaten tüm Türkiye'deki kızlar da Murat'a âşıktı! Tüm gücüyle salladığı yumruk; Bilâl ağabeyinin sırtında patlamış, adam yere kapaklanmak üzere Hatice ile beraber savrulmuş son anda dengesini toparlamıştı. Murat ise geç gelen pişmanlığıyla yine düşünmeden ne halt yediğini kara kara düşünürken bir yandan da Bilâl ağabeyini ve anasını düşmeden tutma derdine düşmüştü. Tam gülünecek halimize ağlıyoruz durumuydu! Bilâl ise;
"O yumruğun sahibini bulursam iadesini münasip biyerine yapacam. Sıçtın ağzıma gâvurun dölü!" diye terbiyesizce mırıldanıyordu. Bunu duyan Hatice daha da gaza geldi;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...