Sonraki günler hep bu günlerin gölgesinde geçmişti. Hatice karşısında farklı bir Bilâl görmüştü. Tüfeği sırtlayıp evden çıktığı günden sonra ona eskisi gibi yaklaşamamıştı. Korktuğundan dolayı değil de çekiniyordu. Neden bilmiyordu ama gizli kapaklı bir şeylerin döndüğünün farkındaydı. Bir kaç gün içinde nerden geldiği belli olmayan bir yağmurla karlar erimiş, dam akmış, ev rezil bir hal almıştı. Kapının önü çamur göletine dönmüş çeşmeye gidip gelmek bile eziyete dönüşmüştü.
Bilâl birkaç gün sonra evdeki hastalarla ilgilenmekten diğerlerini unuttuğunu fark etmiş ve mecburen istemese de Ali'nin evine dahi girip çıkmak zorunda kalmıştı. Bu süre zarfında onun ayakaltından çekildiği de gözünden kaçmamıştı. Hastaların durumunun gün geçtikçe iyiye gidiyor oluşu onu fazlasıyla sevindiriyordu.
Bu arada kimsenin evden çıkmasına izin vermiyordu. Zaten ortalık çamur deryasındayken karısının kızının o eziyeti çekmesine gönlü razı gelmiyordu. Ne gerekiyorsa tek başına oradan oraya koşturarak yetmeye çabalıyordu. Zaten alışkın olduğu bir tempo olduğundan zoruna da gitmiyordu. İte köpeğe yardım edip evini ihmal edeceğine tüm enerjisini kendileri için harcıyordu.
Murat'ın evden çıkmasını da kesinlikle yasaklamıştı ki bu onu katil ilan eden köylüden onu koruyabilmesi için gerekliydi. Ona sadece bazı görevler vermiş fazlasını talep etmemişti. "Karı gibi evde oturmam ben!" diye diretse de eline bezi tutuşturup kirlenen duvarları sildirmişti. Kömürlükteki her işi ona devretmiş, sobayı yakma, külünü dökme, kapının önünü temizleme görevlerini üzerine yıkmıştı.
Tüfeğini artık sırtından indirmiyor, kimselerden çekinmiyordu. Yağmur geldiyse, güneşin açması da yakındı. Köy kahvesindeki yargısız ithamları artık duymuyordu bile -ki omuzundaki tüfeği gördükleri an susuyorlardı. Tüm köy ondaki değişimle çalkalanıp duruyordu. Kadınlar çeşme başında senelerdir suskun olan gizemli adamın dönüşümünden bahsediyor, bilip bilmeden atıp tutuyorlardı.
"Anarşismiş!" diyenler "Terörüsmüş!" diyenler hata "Eski pkk'lıymış!" diyenler bile vardı. Sırtındaki tüfeğe taktıkları kulpun biri bin paraydı. Hatice hakkında ileri geri konuşmalar, Murat hakkında atıp tutmalarla devam ediyordu. İnsanlar ağızlarına şekerli sakız verilmişçesine evirip çevirip aynı şeyleri konuşuyorlardı. Yokluğu, geri kalmışlığı, çamurlu yolları, gelmeyen hizmetleri, okul görmeyen çocukları dert etmeyen ahali, tek dertleri Bilâl ve ailesiymiş gibi davranıyorlardı. İşin en acayip tarafı ise aralarına kendilerinden ekledikleri yalanlara, sonradan kendilerinin de inanıyor olmalarıydı.
Günler peş peşe geçmiş, ağır bir tempoda ilerlemişti ve nihayet birkaç günü içinde açan güneş Bilâl'e ilk kez umut vadetmişti. Sabah kalktığında camı çatlak pencereye gerdiği muşambadan yansıyan ışık yüzüne düşmüştü. Gözlerini mutlulukla aralamış yüzündeki gülümsemeyi saklayamamıştı. Hemen karısıyla kızının uyuduğu odaya girip duvardaki dolabın arkasına itelediği güneş panellerini çıkarmış, çatıya düzeneği kurmuştu. Güneş karşı tepelerdeki karlarda yansırken etraf harika bir ışıltıya bürünmüştü.
Üzerindeki hırkayı çıkartıp tahta merdivenin başına astı. Alnındaki teri elinin tersiyle silerken içinden dualar ediyordu. Bu şans bu aylarda her zaman insanın ayağına gelmezdi. Güneybatı yönünde yerleştirdiği paneli aküye bağlayıp vidalarla sabitledi. O elinden geleni yapmış, artık takdir Allah'a kalmıştı. Etrafına şöyle bir göz gezdirdi. Hayat mezrada erken başlamış gibiydi. Çatıdan aşağıdaki mezrayı seyretti. Çocuklar sokakları şenlendirmiş, kedi ve köpekler bile güneşin tadını çıkarıyorlardı. Kahvenin dışına masa sandalyeler atılmış, millet nargilelerini fokurdatıyordu. Tabi milletin ara sıra ona baktığının da farkındaydı ama artık biri görür, eder olayına girmek, panik yapmak bile gereksiz geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...