25

18.5K 571 65
                                    

Bilâl Hatice'yi nasıl usulüyle isteyeceğini tasarlıyordu. Dul kadın gözüyle bakıp "Aha aldım geldim, benimsin!" demek ona yakışmazdı. Hatice her şeyin en güzeline ve özeline layıktı. Kim vardı ki şu mezrada dost diyebilecekleri? Herkes kendi halinde korkak pısırık etliye sütlüye karışmayan insanlardı! Bilâl ve Hatice için değil bir bardak su günahlarını bile feda etmezler tam aksine onların buradan gitmesi için her şeylerini seferber ederlerdi!

Bilâl'i burada tutmalarına, biraz da olsa içlerine kabul etmelerine tek sebep; hastalık durumlarında sorgusuz sualsiz kapısını çalabildiklerindendi. Bilâl'in onlara sunduğu karşılıksız lütuftan umarsız, onları buralarda barındırmayı lütuf addederlerdi! İnsanoğlu emdiği çiğ sütün hakkını nasıl da veriyordu! Aklındaki kişileri tek tek eleyip Zeliha Ana'da karar kıldı. Onun Hatice'si hem davullu zurnalı hem de istemeli gelin olacaktı. Yangından kız kaçırıyordu lakin sonradan gönül koyacağı şeyler yapmaktan da beri duruyordu.

Alelacele çayını yudumlayıp;

"Ben Zeliha anaya uğrayacağım kızım, dikkat et kapıyı kimselere açma!" dedi ve kapıyı çarparak dışarı çıktı. Efsun arkasından adeta atlı koşturan babasına "güle güle" bile diyememişti. İlk günden aralarına girmişti Hatice ablası bilmeden! Babası genç adamı ve ihtiyaçlarını unutmuş ve genç kızı her şeyiyle ilgilenmek mecburiyetinde bırakıyordu

"Bari Murat'ı yollasan ya baba be!"

Baygın da olsa bir erkeğin altını temizlemek 17 yaşında bir genç kız için kolay birşey değildi! İnsan yeri geliyor kendinden tiksiniyor, temizliğini yaparken bile bıkkınlık gelebiliyordu! Sofrayı toplayıp bulaşıkları akıttı ve içeri döndü. Kollarını sıvayıp gözlerini kapatıp olabildiğince bakmamaya çalışarak ılık su ve bez ile temizliğini yaptı. Artık içi kaldırmıyordu! İçeriyi ağır bir ilaç kokusu sarmıştı, midesi bulandı. Camı açıp, ortalığı şöyle bir temizleyip tozunu aldı. Yanan sobanın sıcaklığı ve çıtırtılarıyla dışarıdan gelen temiz hava karıştığında; içi huzurla doldu. Bu arada hemen sobanın üzerine bir çorba koydu. Netice de genç adam çorbadan başka birşey içemiyordu.

Genç adamdan iniltiler gelene kadar beklese bir şey olmazdı değil mi netice de genç kız "kendini" çok özlemişti? Biraz kendiyle, elişiyle ve yarım kalan kitabıyla ilgilendi ardından kulağına artık onu sinir etmeye başlayan iniltiler çalındı. Yerinden kalkıp yine babasının tarif ettiği ölçülerde karışımı hazırladı ve pansumana başladı. Babasının attığı dikişlerin arasında kendini belli etmeye başlayan beyaz-yeşilimsi sıvıyı gördüğünde ise yüreği ağzına geldi! Bu kadar pansumana rağmen yaralar iltihaplanıyordu! Eli ayağı birbirine dolandı lakin tekrar tekrar bir kaç kere temiz solüsyonla benzer işlemi yapmaya çalıştı. Yanağının bir tarafındaki koca kesik pelte pelte iltihap kaynıyordu ve genç adamın bedeni ateş gibi yanıyordu.

"Ahh babam ahh! " diye bir yandan dertleniyor diğer yandan biraz da sirke kattığı temiz su ile ateşini düşürmeye çalışıyordu.

Bilâl ise Zeliha Ananın evinde 3. bardak çayını yudumluyordu. Bir türlü sadede gelemiyor ağzından rica edeceği o cümleler bir türlü çıkaramıyordu.

"Zeliha Ana!"

"Ee söyle artık oğlum! Zeliha Ana Zeliha Ana! Adımı mı ezberliyorsun?"

"Aslına ben senden bir şey istemeye geldim anam.."

"Onu anladım deli oğlan, de sadede gel!"

"Ana ben Hatice'yle evlenemeye karar verdim! Haber de saldım, olur dedi... Senden isteğim ise bu usül böyle olmaz! Sen onun anası ol gelip senden isteyeyim hem de bir kahvenizi içelim..."

"Hay yaşa deli oğluumm... Nası sevindim yavruuumm... İyi güzel düşünmüşsen evladım. Her şey usulüne göre olmalı ki sonradan insanın içinde heves kalmasın... İkiniz de yarım olmasanız sana o yaşta gelin almazdım ama... Denk sayılırsınız... Maşallah Allah hayırlı uğurlu etsin!"

Yaşlı kadın böyle söylüyordu ama içten içe de çok seviniyordu. Senelerdir aralarında zaten görünmez bir bağ vardı ve artık bir köprü kurmak, bunları birleştirmek onun da aklından geçiyordu. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelmişti her zamanki gibi.

"Çok şükür elhamdülillah!" deyip elleriyle ağzını sıvazladı. Yüzünde mutluluğun belirtileriyle görmeyen gözü bile ışıldıyordu. Senelerdir yalnızdı ama artık gelini, oğlu, kızı, torunları oluyordu

"Sen de şimdi git hadi evine! Yaralı da olsa genç bir adamla kızını yalnız bırakman yakışık almaz! Ben Hatice'yle konuşurum, sen git hazırlıklarını yap ama ayağımın altında dolaşma! Murat'la haber salarım şu gün gelin isteyin diye!"

Bilâl, Zeliha Ananın evinden kibarca kovulurken gülümsüyordu. Bir ara aradaki yaş farkını bahane edip karşı gelecek diye çok korkmuştu. Yaşları olmasa bile hayatları denkti onların. Birer evlatları vardı ve ikisi de duldu. Birbirlerinin yarenliğine ihtiyaçları vardı. Bir kaç dakika içinde eve geldiğinde Efsun'un panikli halleriyle düş rüyasından sıyrıldı. Kapıyı açık bıraktığını bile fark edemeden koşarak kızının yanına gelip kollarına sarıldı

"Yavrum bu telaşın ne? Ne oldu?" Efsun ise paniğinden dört dönüyordu

"Babam o... ateş gibi yanıyor baksana!" deyip cıvalı dereceyi babasının gözüne dayadı. Bilâl dereceğe dikkatli bakarak tedirginlikle kaçlarını çattı. O sırada Efsun konuşmaya devam ediyordu. Telaşından çenesinin bağı açılmıştı.

"Dikişler iltihap kapmaya başlamış, yanağı çok kötü durumda! Camı evin havası değişsin diye açtım ama ateşi yüksek olunca da kapatmak istemedim! Senin ben ateşliyken sirke içirmen geldi aklıma ama boş midesiyle de eziyet olur dedim durmadan sildim bedenini!"

Bilâl kızının haklı paniğini anlıyordu. 41 derece ateş kimi hastalıklarda ölüm demekti ama genç adamın durumunda biri için beden kendi savunma mekanizmasını devreye soktu anlamına geliyordu. Israrla direniyordu! Neredeyse havale geçirecek beyni zarar görecekti! Ateşi daha ne kadar yükselecek bunu kontrol etmesi gerekiyordu. Dereceyi soğutup tekrar genç adamın koltuk altına yerleştirdi ve gözlerini masum ve ürkekçe bakan Efsun'una çevirdi.

Yaşına rağmen ne kadar ağır yükü sırtında gocunmadan taşıyordu! Genç adamı üstünkörü kontrol ettiğinde ise tertemiz bir bedenle karşılaşmıştı. Bunu gerçekten kızı mı yapmıştı? Ev tertemiz çarşaflar pırıl pırıl ve delikanlı tüm kirlerinden arınmıştı. Kızını tüm bu şeyleri yapmak zorunda bıraktığından dolayı utandı! Onu hiç düşünmeden, sabahın köründe çekip gidiyor ve onu çaresiz bırakıyordu. O da gözü görünce katlanamıyor elinden geldiğince tüm işlere koşturmaya çabalıyordu. "Yapmıyorum işte hiç bir şey, mecbur muyum ?" demiyordu. "Kusura bakma yavrum düşünemedim..." diye geçirdi içinden. Kendi dertleriyle mecnun gibi gezerken evdeki masum emanetleri unutmuştu.

"Tamam panik olma, daha fazla yükselmediği sürece sorun yok!" dedi ve süratle evden çıktı. Ambarda ki küçük eczanesinden gerekli ilaçları ve enjektörleri alıp tıbbi karışımları yaptı ve zor zamanlar için depoladığı serumlardan birine kattı. Genç adamın hem vücut direnci düşüyor hem de vücudundaki enfeksiyon artıyordu. Elindekilerle zorlanarak da olsa eve geri döndü ayağıyla dış kapıyı tekmeleyerek açtı. Bu arada havadaki ısı değişimi dikkatini çekmişti. Kapıyı kapatmadan çakır gözleriyle etrafı şöyle bir süzdü, içi hiç rahat değildi.

Serum şişesini Efsun'un eline tutuşturup damar yolu açtı ve serumu bağladı. Her zaman gaz lambasını taktıkları duvardaki kanca bu sefer serum için tutacak vazifesi görecekti. Bundan sonra ise bekleyeceklerdi! Allahtan ümit kesilmezdi.

Genç adama baktıkça düşünmeden edemiyordu. Nerede kalmıştı bu yardım ekibi? Milyon dolarlık jet Allah'ın dağına düşüyor kimse bulamıyor ya da aramıyordu! Bu nasıl işti? Sıkıntıyla divana oturup başını pencereden dışarıya, gökyüzüne çevirdi... Bulutlar gökyüzünü tamamıyla kapatmıştı. Bulutlar bu ara tek düşmanıydı, tek engel! Güneş panelini kursa ne olacaktı? Benzinli jeneratör getirtmediğine it gibi pişmandı! Gerçi her şey için pişmandı!



Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin