17

20.9K 595 80
                                    

Murat eve geldiğinde; taviz vermeyen duruşuyla dikildi anasının karşısına. Ama düşünceleri boş bir balondan farklı değildi. Şimdiye kadar annesi ile bu tür konular hiç konuşmamıştı ve ne demeliydi nasıl demeliydi bilemiyordu? Bir yanı, mutluluktan halay çekerken, diğer yanı annesinin reddetmesinden fena halde korkuyordu.

Serde yiğitlik vardı ya;

''Hani ben bu evin erkeğiyim ya ana verdim seni, yarından tezi yok evleneceksin!" derim biter diye düşünüyordu aklınca. Sonra kendi düşüncelerine gülümsedi. Tıpkı ergenler gibi atarlanıyordu kendi kendine, halbuki zaten ergendi. Tek ihtiyaçları ise; her zaman yaptıkları gibi, annesinin dizinin dibine oturup konuşmaktı.

Hatice ise yüzü bir allanan, bir pullanan Murat'a bakarken; acaba ne yumurtlayacak diyordu. Geçen sene bir kış günü; "falanca köydeki kızı isteyelim!" diye tutturmuştu, bakalım bu kış derdi neydi?

''Oğlumda azıcık akıl olsa düşünür, bir göz odalı eve ben gelinimi nasıl getireceğim diye!" der, ardından en içten bir kahkaha koy verirdi. Yaşı küçük, cüssesi büyük, aklı arşa uzanan oğlu, her erkek gibi uçkuruna hayır diyemiyordu anlaşılan.

"Sarılıp yatarım anne fenamı sıcak sıcak..." demişti ya asıl isteğini söyleyememişti sıpası.

"Oğlum sobanın dibinde yat işte! Ne yapacaksın kızı, o sebeple kız alınır mı?" Oğlunun yüzü kırmızıya geçiş yaparken mızmızlanarak cevap vermişti.

"Anne anlamıyorsun!" He yaa, anlamıyordu! İçinden kahkahalar atarken oğlunu utandırmamak için diline gelen şeyleri öteliyor, onun utangaç itirafını bekliyordu.

''Neyi anlamıyorum Murat? On dört yaşındasın oğlum, nasıl bakacaksın kıza, işin gücün yok, evin hali ortada..."

''Hayır anne anlamıyorsun!"

O anlamıyorsun dedikçe; Hatice'nin bedeni, tutmaya çabaladığı kahkahalarla sallanıyordu.

''Sen gelirken ben gidiyordum" demek ve daha birçok şey söylemek istiyordu. Ama yetimine kıyamıyor, üzerine sorumluluklar yükleyerek, aklını dağıtmaya çabalıyordu.

Kendisi de o yaşlarda aynı hislerle gitmemiş miydi sevdiceğiyle? Beraber olmamış mıydı? Tüm temizliğini Abdullah'a feda etmemiş miydi? Her yaşın getirdiği güzellikleri yaşamak istiyordu evladı.

''Çok şey değil! Askere gidene kadar, futbol takımı kurar, başıma salar gider" diyordu. Hep bu düşüncelerdeyken, askere bile gidemeyen Abdullah'ı anımsıyor;

''Yeter ki canı sağ olsun, ondan gelen her şey; başım gözüm üstüne'' diyordu...

Murat ne demesi gerektiğini bilmiyor; belki de hayatında ilk defa annesi ile nasıl iletişime geçeceğini kestiremiyordu. Yıllardır hayalini kurduğu beraberliğin, artık gerçeğe dönüşmesi, istediği, hayal ettiği gibi o kocaman yuvaya sahip olacak olması karşısında, kalbi ilk defa şımarıyor, çarpıntılar bir sonrakini bastırır bir kuvvette devam ediyordu...

''Ana konuşmalıyız;" dedi cesaretini bulabildiği an. Bir an önce içindekileri dökmesi gerektiğini biliyordu. Bilâl abisi bir hafta içinde onlara taşınmalarını istemişti. Ve bunun için bir an önce hazırlıklara başlamalıydılar.

''Konuşalım oğlum gel... Var zaten bir karın ağrın... Belli kıvranmandan..." Murat pofurdadı. Akabinde annesinin dizlerinin dibine çöktü. Konuşmaya ''çalışmaya" başladı.

''Ana... Anam, canım benim... Hayattaki tek varlığım, arkadaşım, yoldaşım sensin..." bir müddet sustu bekledi, söyleyeceklerini kafasında tartmaya ihtiyacı vardı. Bazı şeyler pat diye söylenmezdi, alıştıra alıştıra söylemeli ve sonunda gelecek cevabı beklemeye başlamalıydı. Hoş! ''Verdim gitti" dememiş miydi annesi adına ''Olsun" deyip omuz silkti kendi kendine...

Hatice ise; bu sefer farklı bir şeyler olduğunu seziyordu. Kız meselesi değildi, o kesindi. Ama ne olabilirdi hiç bir fikri yoktu. Çok önemli bir mevzu olmasa, kıvranacak bir genç değildi Murat. Ama bu sefer; belli ki zorlanıyordu ''bir el atayım" dedi kendi kendine.

''Sen de benim canım, kanımsın oğlum... Şu hayatta tek varlığım, gözümün nurusun. De hele, ne kıvrandırıyor seni böyle... Susma oğlum... Daha fazla telaşlandırma beni... Belli ki mühim bir şey..."

''Ana; sana sormadan, ben bir karar verdim... Şey daha doğrusu birine cevap verdim..." ama böyle olmayacaktı... Hangi ara saçmalamaya başlamıştı, ne düşünürken neler der bulmuştu kendini!

''Ne kararı verdin ya da hangi soruya cevap? Oğlum iyi misin sen? Korkutma beni!"

O yörelerde anaların en büyük korkusu neydi? Bunu sordu kendine Hatice... Abdullah'ı alıp giden kurşunlardı... Terördü, kan davasıydı! Elinde kalan tek varlığı ise oğluydu ve bir oğlan çocuğunun yoldan çıkabilmesi için buralarda her şart uygundu. Aklına gelenlerle kalbi göğüs kafesini yumruklamaya, canını yakmaya başladı. Kendini zapt etmesi öyle güçtü ki; bir an aklına gelenlerin gerçekliğini kurdu hayalinde! Bir ayazda oğlunun kapı önünde ki cansız bedenini hayal etti!

''Yoksa aklıma gelen şey mi yavrum? Bana bak yoksa korktuğum şey mi? Anarşik olup dağa falan mı çıkacaksın? Aman yarabbiiim! Yok de oğlum, tövbe de! Yapmam anam de! Başıma gelenler oyyyyy... Yetişin komşular yetişiiinnn..."

Hatice duyduklarına ve Murat'ın kıvranmalarına, o an bir tek bu anlamı yükleyebilmişti. Nereden aklına gelecekti, oğlunun onu evereceği? Hatta bir haftaya, düğünlü dernekli gelin edip, gerdeğe sokacağını nereden bilecekti. Murat içinden; ''direk söyleseydim daha iyiydi, şimdi anarşik oldum Allah'ım yardım et ya rabbim!'' demeye başlamıştı bile...

Hatice hangi ara kalktı, kendini kapıya attı, camı çerçeveyi açıp feryat figan çığlıklar atmaya başladığını anlamadı. Gözü gibi baktığı oğlu; anarşik olacaktı, devlete baş kaldıracaktı, masum bebelere, kadınlara kıyacak, köy yakacaktı. Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi bir gün bok yoluna gidecekti! Ama nasıl olurdu? Olamazdı, yapamazdı, bilmesi gerekmiyor muydu, anasının ondan başka kimsesi yoktu? Nasıl bu kadar düşüncesiz ve hayırsız bir evlat olabilmişti?

''Koynumda yılan beslemişim onca sene!" dedi kendi kendine, ayrıca o gittikten sonra kime giderdi? Ne yapardı? Kime sığınırdı? Yalnız, kadın başına, bu köyde adı orospuya çıkmaz mıydı? Oğlunun anarşist olduğunu duyan kapısına dayanmaz mıydı? Ya devlet onu da alıp götürürse, hapse falan atarsa, ya asarsaydı?

Aklında; söylenmeyen cümlelerin üzerine yazdığı senaryoyu, hayata geçirmiş, yaşamış, kendini de darağacında hayal etmişti bile. Ama ''hangi devirdeyiz?" diyordu asmazlar ki artık ''silah dayarlar kafama öldürürler! Acaba acı da çeker miyim?" diyordu ki Murat'ın onu sarsışı ile kendine geldi.

''Ana sen ne diyorsun? Ne teröristi? Ne anarşisti? Buraya nereden geldik? Ben daha hiç bir şey söylemedim ki!"

Murat'ın onu ikna etme çabalarına dünden gönüllüyü Hatice. Kafasındaki senaryo gerçek olmasın diye, ilk fırsatta adaklar adayacak, türbeye gidip mum dikecekti. Sonra Murat'ın haklılığını fark etti ve soğuyan evin içinde ürperdi. Yerde yatan hastaya mı üzülsün, oğlunun anarşik olma ihtimaline mi bilemiyordu? Bir umut sustu ve Murat'ı dinlemeye karar verip, açtığı kapı ve pencereleri kapadı, ardından sobaya küfedeki bütün odunları attı ve kalktığı yere geri oturdu.


Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin