Genç kız gözlerini araladığında öncelikle nerede ve durumda olduğunu anlayamadı. Saçları başından aşağıya sarkarken ayılması birkaç dakikasını almıştı. Bu... Bu rüya mıydı? Kâbus mu görüyordu yoksa? Başka hiç bir açıklama onun böyle bir havada değersiz bir patates çuvalı gibi sırtta taşınmasını açıklamıyordu.
Tepki göstermek istese de yapamadı. Burnuna gelen felaket izmarit kokusu ciğerlerini tıkadı. Açık havada olmasına rağmen nefes almakta güçlük çekiyordu. Sanki görünmeyen bir zırhla etrafı çeperlenmiş gibi hareket edemediğini fark etti. Başını kaldırıp bakmaya çabaladı, bir şeyler görmek zorundaydı! Nereye götürülüyordu? Ne yapacaktı?
Ellerini hareket ettirmeye çalıştığında bileklerinin boğulurcasına bir çamaşır ipiyle bağlandığını fark etti. Ne oluyordu? Ayaklarını hareket ettirmeye çabaladı ama yine başarılı olamadı. Üstelik tenine sürtünen iplik canını çok yakmıştı. Esen rüzgâr sırtında bir kırbaç gibi şaklarken gözleri dolmaya başladı!
Ali ise Efsun'un uyandığını bile fark etmedi. Hava koşulları yüzünden zar zor yürüyor, bir adım atsa esen rüzgâr yüzünden iki adım gerilermiş gibi oluyordu. Bugün 11 senelik hasreti sona eriyordu. Bir an durup soluklandı. Artık yaşlanmaya başlayan bedeni sırtında 50 kilo yük taşımayı kaldıramıyordu bile ama o azimliydi. Ne olursa olsun istediğini alacaktı! Paytaklayan adımlarla arkasını dönerken genç kızın sessiz çığlıklarını duymuyordu.
Takip edilmediğini fark ettiğinde dudaklarında şeytani bir gülümseme peydah oldu. Henüz kimse kızın yokluğunu fark edip peşine düşmemişti, işte bu iyiydi. Her ne olursa olsun Bilâl bu işte zararlı çıkacaktı. "Az kaldı..." diye geçirdi içinden. "O şerefsiz adamı da Murat denen piçi de öldürmeye az kaldı."
Tekrar arkasını dönerken alnındaki boncuk boncuk terleri elinin tersiyle sildi. Başı halen ağrıyor, onu yavaşlatıyordu.
Efsun ise halen cansızca sallanıyordu. Kar taneleri saçlarına dolanıyor, tenini yakıyordu. Hiç sevmese de gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. Ali'nin dönmeye çalıştığı birkaç saniye içerisinde uzaktan evlerini görmüştü. Göz göre göre gerçekten kaçırılıyor muydu? Hem de bugün? Buradan tamamen gideceği gün! Biran gözlerine babasının onu aramak için çabaladığı görüntüler geldi. Onun nasıl perişan olabileceğini tahmin bile edemiyordu! Pekâlâ, onu kaçıran kimdi? Ellerini kaldırıp adama vurmaya çalışsa da başaramadı. Canhıraş bir çaba gösterse de kendini zapt eden kollardan bir türlü kurtulamadı. Gözlerinden yaşlar süzülürken; başını baş aşağı durmasına rağmen yine de asilce dik tutmaya çalıştı.
Ve uzaklaştı rüyalarından genç kız... Babasından, yuvasından, sevdasından... Burnunun direği sızım sızım sızlarken bedeni yabancısı olduğu acılarla kasıldı. Gözlerini kapadı, artık hiçbir şeyi düşünmek istemiyordu! Başına gelenler kötü bir kâbustan başka bir şey değildi! Aksini inkâr etmekten başka tutunacağı hiçbir umut ışığı yoktu. Babasını tanıyorsa onu kısa zamanda bu ne idüğü belirsiz adamın sırtında küfe olmaktan kurtarır, bağrına basardı. Evet, kesinlikle kurtulacaktı...
O böyle hayaller kuradursun; kim olduğu belli bile olmayan bir omuzdan dakikalarca baş aşağı elleri bağlı bir şekilde sallandırıldı. Karnı acımış, kemikleri sızlamıştı. Üşüyordu! Esen rüzgârlar bedeninde sanki bıçak kesiği gibi derin izler bırakıyordu. İnlemek ne yazık ki verebileceği yegâne tepkiydi. Geçen her dakikayla beraber sadece umutları tükenmekle kalmıyor; yaşamak için ona muhtaç olduğu enerji de eksiliyordu. Ayakları buz kesmişti, gözyaşları alnından akarak bembeyaz karlara damlıyor, gözle görülmeyen izler bırakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...