84

1.3K 142 2
                                    

Hatice Efsun gibi köyde yetişen, büyüyen biri değildi. Aksine varlıklı bir alenin tek kızıydı ama Abdullah'ın sevdası uğruna kapanan gözleri ve cehaleti onu bu yollara gözü kapalı atmıştı. Sonrasında ise her şeyden ve herkesten kaçmışlardı. Ana bana rızası olmadan çıktıkları bu yolda ise rezillikleri bir an bile bitmemiş ve anlamışlardı hayatın ne demek olduğunu. Senlerce yalnız başına bir zillete tahammül etmek zorunda kalmış, koynunda öksüzüyle rezil bir hayat sürmek zorunda kalmıştı.

Fakat şimdi o; Efsun'un yanında olmak istiyordu. Onun kendisi gibi yitip gitmemesi için, sevdası için yanlışlara düşmemesi ve atasını yok saymaması için. Ve en değerlisi, küçüklüğünden beri bir kere olsun o gözlerde görmediği yaşlara, bu günden sonra bir daha tanık olmamak için susuyor, gerçekleri haykıramıyordu. Yanına gitmek, hüznünün ıslattığı yanaklarını kurulamak sarılmak istiyordu ama yapamadı. Onun genç adama bakan yüzünde gözlerine ulaşmayan gülümsemesinin gerçeğe dönüşmesini nasıl da isterdi! Lakin onun düşüncesiz hareketleriyle Bilâl bir şeylerin döndüğünü fark ederse bu herkes için bir felaket olurdu.

Sonra Murat vardı.

Oğlu...

Canı...

Ciğeri...

Gitmek... Onun için...

Onun geleceği için buralardan gitmek belki de en doğrusuydu. Aklı-başı yerinde, köyde büyümesine rağmen mal gelip davar gidenler gibi sığ olmamıştı. Onun hamurunda mertlik, yiğitlik, sevgi vardı. Anasının yaptığı hataların bedelini buralarda senelerdir rezil olarak ödüyordu. Abdullah öldüğünde belki ailesinin yanına dönebilirdi genç kadın ama korkmuştu.

"Ben demiştim!" denmesinden, yüz çevrilmesinden korkmuştu. Sevmediği bir adamla evlendirilip senelerce eziyet görmektense tek başına aç karnına ve gurbet ellerde ölmeyi yeğlemişti. Sıla hasreti burnunda tüterken, sırf oğlu için kan kusmuş, kızılcık şerbeti içtim demişti. Onun üvey baba ellerine düşüp dayak yemesinden, hakaret işitmesinden korkmuştu. Çevrenin kınayan bakışlarından korkmuştu. "Öğretmen bir anne baba, kızını bile eğitememiş!" demesinler diye senelerce kendini bile unutmuştu.

Ama şimdi Bilâl bir fırsat veriyordu. Tüm bu yokluğa inat, şehri vadediyordu. Belki de herşey tersine dönecek daha da kötü bir hâl alacaktı ama bunu oraya gitmeden bilemezlerdi. Oğlunun asker olduğunu görmek istiyordu Hatice... Onun okuduğunu görmek istiyordu... O adım adım birşeyler öğrenme çabasına düşerken yeni doğan bir bebek gibi, yanında olmak istiyordu... Bu saate kadar anasının günahlarının bedelini ödeyen yavrusu, bu saatten sonra kendi sevaplarının karşılığını alsın istiyordu...

Oturduğu divanda öylece kaldığını ise Efsun omuzuna dokununca hissetti. Genç kız gözlerinin yeşili kırmızıya boyansa da kimseye bir şey belli etmemek için dudaklarına iğreti bir tebessüm kondurmuştu. Elini kaldırıp genç kızın elinin üzerine koydu Hatice ve göz kırptı. Bir süre gözleriyle konuştular. Genç kız gelip yamacına oturup başını onun omuzuna yaslarken, o genç kızın buz gibi ellerini avucuna almış döşüne bastırmıştı. Canından bir parça değildi ama Bilâl'inden parçaydı. Her şeyden de gayrı bu mezrada güvenebileceği tek sırdaşıydı. Avucundaki eli dudaklarına götürüp öperken diğer eliyle de genç kızın başını okşadı.

"Herşey iyi olacak. Sakın telaş etme emi?" diye fısıldadı. Efsun ise munis bir kedi gibi tekrar genç kadının omuzunu başını yasladı.

Bu sırada Murat herkesi sessizce izliyordu. Kollarını döşüne bağlamış dış kapının önünde öylece dikiliyordu. Herkesin kendi halinde bir şeyler düşündüğünü fark edip o da diğerleri gibi bekledi. Belli ki Bilâl ağabeyi onlara düşünmeleri için vakit vermişti. Bir şeyleri biliyor olmak onun tüm hevesini kaçırsa da; annesinin gözlerinde gördüğü o ışıltılarla ve bakışlarının anlamıyla kendini bir heyecan deryasının içinde buluverdi. Yüzünden geçen gölgelerin anlamını bilse de delikanlı o bakışlardaki ışıltılar ona gerçeği ve geleceği fısıldıyordu.

Hasret (Yayında!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin