Murat için şimdi değersiz görünen şeyler; bilse ne kadar da kıymetliydi? Ama tüm bunları yaşayarak öğrenecekti. Henüz daha çok cahil ve tecrübesizdi. Aynı zamanda halen Bilâl'e kinlenen bir tarafı vardı ve o tarafını susturamıyor, bilmeden de bazı zamanlar körüklüyordu. Güğümleri eline alıp oflayarak sessiz itaatiyle Bilâl ağabeyinin peşine düşse de aklında kırk tilki geziyor, kırkının kuyruğu birbirine değmiyordu. Hatice onların yine beraber dışarı çıkacağını farkettiğinde dış kapı ardına kadar açıktı. Mutfak kapısından çıkıp hızlıca seyirterek, dış kapının eşiğinden gönülsüzce seslendi;
"Yemekler halen sıcak, geç kalayım demeyin sakın!" Bilâl arkasını dönüp karısına gülümseyip göz kırptı ve arkasını dönüp onu bu sefer maalesef ki dinleyemeyeceğini sessizce fısıldadı. Artık kaçınılmaz bir yüzleşmenin vaktiydi. Ertelenmesi mümkün bile değildi. Oğluyla konuşmalı, artık bir ortak noktaya varmalılardı.
Murat annesine gülümseyen Bilâl ağabeyini gördüğünde, hiçbir şeyi öğrenmemiş olmayı, eski Murat olmayı diledi biran.Ne kadar da mutlu olurdu eski Murat...
Herşeyi bilmese Bilâl ağabeyinin ona vadedecekleriyle nasılda coşardı! Anası her gülümsediğinde o da mutlu olurdu. Ona çekinmeden baba der, eski günlerdeki gibi güreş tutup laflarlardı. Ağaç altlarında, köy yolunda, kahvede rakı yudumladıkları günler geldi aklına. O günlere dönebilmeyi istedi. Özgürce konuşabildiği, dertleşebildiği adama kavuşabilmeyi diledi. O günler hakikaten çok mu eskide kalmıştı? Yoksa sadece affetmek kadar yakın mıydı? Gururu buna izin verir miydi peki? Bilemiyordu...
Soğuyan havayla beraber tekrar burnunun direği sızladı delikanlının. Gündüz ki güneşe inat akşam hava tekrar ayaza dönmüş, kar yeniden yağmaya başlamıştı. Maalesef Sırtında annesinin el örgüsü hırkasından başka bir şeyi de yoktu. Kömürlükten geldiğinde montunu bile giymeye fırsatı olmamıştı. Bilâl ağabeyi her ne konuşacaksa elini çabuk tutsa iyi olurdu keza şimdiden kemikleri sızlamaya, burnu akmaya başlamıştı.
"Yarın... Buradan gidiyoruz Murat..." dedi ve derince iç çekti Bilal... Ağır ağır, elleri kabanının cebinde yürüyordu. Murat bir süre onu arkasından seyretti. Nereye gittikleri belli bile değildi. Ellerindeki güğümler soğumaya, elleri de bu yüzden üşümeye başlamıştı. Hırkanın kollarını çekiştirip ellerini sardı ve güğümleri tekrar ellerine aldı. Duyduğu cümleyle beraber içinde anlam veremediği şeyler de birikmişken, hissettirdikleri herşey öyle manasızdı ki sesini bile çıkarmadı... Sessizliğini yine Bilâl böldü.
"Ve buradan, bu hayattan tamamen kurtulacağız..." Kabanının iç cebine eline atıp paketi çıkarışını, sigarasını yakışını seyretti delikanlı. Bu sıralar ne çok sigara içiyordu bu adam? Ne vardı bu merette bu kadar tiryakisi olacak anlayamadı ama havaya karışan mayhoş sigara dumanının ekşimtırak kokusunu da içine çekmeden edemedi.
"Hep birlikte..." diye devam etti adam. "Hepimiz gidiyoruz..." bir an duraklayıp evin arka tarafına dolanıp devamlı oturdukları kayalıklara yönlendirdi onu. Toprağın üzeri belli belirsiz beyaz bir bulut görünümlü karla kaplanmıştı. Oturabilmek için uygun bir yer aradı adam ama bulamayınca ellerini cebine sokup dikildiği yerde konuşmasına devam etti.
"Kardeşimle konuştum... Yusuf'la..." deyip tüttürdüğü sigarasından bir nefes daha çekip külünü çırptı."Ertesi gün buralardan gidiyoruz artık. Bugün ve yarın iyi bak buralara... Son kez bak ve tadını çıkar..." diye fısıldayıp etrafına baktı. Karla çoktan kaplanmış tepelere... Temiz havayı soludu içine ve devam etti.
"Bu gördüklerini artık bir daha bu şartlar altında görmeyeceksin... Başka bir hayat vadediyorum size." bakışlarını bu sefer ona çevirip konuştu "Biliyorum aklından geçenleri, söze dökmediklerinin farkındayım... Ama ben yine de vadediyorum..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...