O gün; Yusuf gördükleri karşısında şaşkına düşse de dönüp geri gelmeyi tercih etmişti. Ama aklında hep soru işaretleri kalmıştı. Efsun ve Yalın arasında neler döndüğü, dahası bunun ne zamandır böyle sürdüğü merak konusuydu. Köyden döndükten bugüne kadar bu konakta hiç kimsenin o konağa gitmediğini biliyordu ama ortada dönen her neyse midesini bulandırıyordu. Üstelik bir merak ettiği şey de annesinin ve Hatice'nin bu olaydan haberleri var mıydı, yok muydu?
Ortada bir şeylerin döndüğünü anladığında her köşe başında Yonca'yı sıkıştırmaya başlamıştı ama onun da ağzından tek kelime alamamıştı. Üstelik yanlarına yerleşen delikanlının onun oğlu olduğunu öğrenmesiyse tüm hayallerini yıkmıştı. O geceden sonra genç kadının ondan fellik fellik kaçması, annesinin devamlı onları gözetlemesi, Can denen delikanlının evin bir bireyi gibi boş çalışma odasına yerleştirmesi... İçinden bir ses "Hiçbir şey göründüğü gibi değil!" diyordu.
O hafta sonu Mübeccel Hanım konağın kullanılmayan odalarını boşalttırıp ustalar çağırınca; bebeklerin odaları da düzenlenmeye başlanmıştı. Pansiyon olarak kullanılan dönemden kalan tüm eşyalar ya atılmış ya satılmıştı. Her yer toz toprak dolmuş, ev yaşanmaz bir hale gelmişti. Bu nedenle de Bilâl Karan bir süreliğine onları merkezde bir pansiyona yerleştirmişti. Sahibi birkaç sene önce vefat etmiş ve aile dostlarıydı. Pansiyonu işletense tek başına kalmaktan sıkılmış karısı Saliha Hanım'dı.
Tüm düzenleri birkaç haftalığına bozulsa da hiç biri bunu dert etmemiş, olay çıkarmamıştı ama Efsun o günden sonra bir daha Yalın'ı görememiş, küstüm çiçeği gibi bir tarafa tünemiş somurtmaya devam etmişti. Ne babasının ne de amcasının karşısına geçip isyan edemeyeceğinden, öylece kuruyup kalmış, dut yemiş bülbüller gibi susmaya başlamıştı.
Ama Hatice için bu harika bir fırsata dönüşmüştü. Hastaneye gidip gelmesi artık problem olmamaya başlamıştı. Geçen günler zarfında doğum günü belirlenmiş ve genç kadını farklı bir telaş sarmıştı. Öğrendiğine göre kocası odalarının yanında bulunan depoyu boşalttırmış ve bebekler için düzenletmeye başlamıştı. Bebekler kendi yataklarına geçene kadar onları idare edecek büyüklükteydi, bu nedenle de çok fazla eşya almaları gerekmeyecekti. Zaten Hatice yeni doğan bebeklere abartılı mobilyalar alınmasını da pek istememişti. Hem yer daralır, hem bütçe sarsılır diyor, kendince kararına bahaneler üretiyordu.
Hava sıcak ve nemli olduğu için pansiyondaki odasından çok sık çıkamıyor, ara sıra Bilâl Karan'la akşam yürüyüşleri yapıyor, o sayede gün içerisindeki sıkıntısını atıyordu. Doğum günü yaklaştıkça içindeki streste gitgide büyüyordu. İnternetten seçtikleri mobilyalar eve kargolanmış ve onların yanına gideceği günü bekliyordu. Ama kocası onu hiç dinlemiyor ne söylese "Ben hallederim tazemm..." diye kestirip atıyordu. Zaten o "Tazem..." demeye görsün hemen yelkenleri suya indiriyor, aklındakini bile unutuyordu. Bugün yine yürüyüşe çıkmışlardı. Nedense içi daralmış odalara sığamamıştı. Ayvalık bulutlu yapış yapıştı. Aklı yine evlerinde, bebeklerinin odasındaydı. Ellerini artık daha da büyüyen karnına koyup şefkatle okşadı. Kendini kocaman ve ağır bir taş yemiş gibi hissediyordu. Gökyüzünde martılar ciyaklarken tekrar aynı soruyu sordu.
"Nasıl oldu odaları?"
Bilâl Karan başını arkaya yatırarak boynunu esnetti. Karısı bugün en az 10 kere aynı soruyu sormuş, o da üşenmeden ve kırmadan cevap vermeye çalışmıştı ama artık hakikaten dayanamıyordu. Onun böyle üzgün olmasını değil mutlu olduğunu görmek istiyordu. Zaten sesi de hüzünlü çıkmıştı. Biliyordu ki; karısı dolapları çekmeceleri kendi ellerini sürüp düzeltmek istiyordu ama onu oraya götürmediği için kendine de kinleniyordu. Artık bu sorulardan bunaldığını belli ederek derince iç geçirdi.
"Gittiğinde nasılsa göreceksin, inan ki şimdi kendini üzmene değmiyor..."
Aslında Bilâl Karan evde ağırladığı misafirleri Hatice'ye göstermemek için tadilatın uzadığını bahane ediyordu. Birkaç hafta önce Hatice'nin ailesine ulaşmış, bir iş gezisi bahanesiyle onların yanına gidip olanı biteni anlatmıştı. O zaman onlardan öğrendikleriyle de birlikte epey şaşırmıştı.
Hatice senelerdir "Kayıp aranıyor!" listelerinin en başındaydı ve tüm Türkiye'de aranmıştı. Anne ve babası onun kaybolduğu günden beri yas tutmuş emekli öğretmenlerdi. Hatice tek çocuktu ve ailesi onun ardından başka bir evlat sahibi olmayı düşünmemişti. İçlerinde bir gün kızlarını bulacaklarını fısıldayan o his hiç tükenmemişti. Hiçbir yere yerleşmemişlerdi. Ev bile almamış, her sene farklı bir şehre taşınmışlar kızlarını aramaya devam etmişlerdi. Birkaç televizyon programına bile çıkıp dertlerini anlatmışlar ama onun izine hiçbir yerde rastlayamamışlardı. Resimleri TV kanallarında çarşaf çarşaf yayınlanmış, gelen ihbar neredeyse onlar oraya göçmüşler, zaman içerisinde hem madde hem de manen tükenmişlerdi.
Bilâl Karan ise tüm gerçekleri ne kadar anlatmak istese de susmuştu. Hatice belki sırlarını saklamak ister diye düşünmüştü... Küçücük yaşına rağmen kocaman kalbiyle yüklendiği hayat yükünü onlara aksettirmek istemeyebilirdi... Belki de Murat'ı nasıl izah edeceğini bilemezdi. Bu nedenle susmayı seçti ve onlarla birlikte gelmek isteyen yaşlı çifti de yanına alarak Ayvalık'a dönüp evlerine yerleştirdi.
O günden sonra ise her şey çok başka olmuştu. Sultan Hanım doğacak torunları için yelekler örmüş, Cemal bey küçük oyuncaklar yapmaya başlamıştı. Bebek odasının her yanı onların ellerinden geçmiş, sanki her şeyin üzerinden 16 sene geçmemiş gibi davranmaya başlamışlardı. Ve şimdi karısı bilmeden de olsa hisseder gibi anne ve babasının yanına gitmek istiyor, onu durmadan sıkıştırıyordu.
"Olsun!" dedi Hatice dudaklarını büzerek "Bebeklerimizin her şeyini ben yapmak istiyordum."
Bilâl Karan onun mızmızlığına kocaman gülümseyerek elini karısının omzuna attı.
"Ne fark eder? Yonca hallediyor işte. Hem biz varken sana mı düştü iş yapmak?" Yüzünü karısının yüzüne yanaştırıp fısıldadı; Şimdi sen dinlenmene bak. Bol bol uyu!"
Hatice onun dediği şeyle asice başını salladı.
"Acaba ne zaman uyumuyorum ben? Kedi gibi günde yirmi saat uyuyorum. Kafamı koyduğum her yerde üstelik!"
Adam karısının saçlarına sıcacık öpücük kondurup kışkırttı.
"İki minik geldiğinde de ellerini açacaksın aha böyle gökyüzüne "Rabbim acıcık uyuyayım kurbanın olayım!" diye yalvaracaksın. Ben o zaman göreceğim seni!"
Hatice kocasının dediği şeylerle yüzünü buruştururken gönül koymuştu.
"Ne yani ikisine de ben mi bakacağım? Sen bana yardım etmeyecek misin?"
Bilâl Karan çarpıkça sırıtarak "Ne münasebet!" dedi "Nasıl doğuruyorsan öyle de bakacaksın!"
Gözlerini kısıp yerinde zamk gibi duran Hatice bir anda karnına giren sancıyla olduğu yerde kala kaldı. Bilâl Karan onun dediği şeye sinir olduğunu sanıp sırtına elini koyup sürüklemeye çalıştı ama kadın bir adım bile atmadı. Karısının yüzüne baktığında gördüğüyse acıdan kıvrandığıydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...