Tüm gece Bilâl karısının yanında kalmış defalarca birbirlerinin bedenlerinde intihar etmişlerdi. Senelerin hasretine eklenen günler boyunca sadece Efsun nedeniyle ayrı kalmışlar, birbirlerini deli gibi özlemişlerdi. Hatice kocasının göğsünün sıcaklığıyla uyuyabilmenin o tatmin olunmaz şehvetiyle uyuyakalmıştı. Bilâl tüm gece karısının gece karası saçlarını okşamış, teninde kendini, özünü bulmuştu. Dışarıdaki fırtınanın söylediği türküleri dinlemiş, tüm gece heyecandan içi içine sığmamıştı. Bayram geldi diye sevinen küçük bebelerden hiçbir farkı yoktu. Sanki daha dün 18 yaşındaydı. Sanki yaşanan herşey bir kâbustan ibaretti. Sanki 18 yaşları ve bugünü arasında 20 küsür sene geçip gitmemişti.
Parmakları karısının saçları arasından ağır usul geçerken, eve döndüğünde onu nerelerin karşılayacağının hayallerini kuruyordu. Gözlerini ara sıra kapatıyor çocukluğunun geçtiği beldeyi, komşuları, akrabaları gözlerinde canlandırmaya çalışıyordu. Çoğunun adını da yüzünü de unuttuğunu farketti. Annesi ve babası silik birer siluet gibilerdi. Onları hatırlatan tek şey ara sıra düşlerine konuk olan anılarıydı. Aklı ona oyunlar oynarken, elleri altındaki yegâne gerçekliğin farkına varıp kadınına sıkıca sarıldı. Murat'ın onun ailesi hakkında söyledikleri geldi bu sefer de aklına. Ve aralarındaki şaşırtıcı benzerlik bir kere daha suratına şamar gibi çarptı. Cahil akıllarıyla yaptıkları yanlışlar, kayıplar, kandırılmalar, hainler, dost görünümlü katiller...
Galiba tüm bunlar herkesin hayatına farklı siluetlerle konuk oluyordu. Ama tek ortak nokta: temiz yürekleriydi. İnsan karşısındakini kendisi gibi bildiği müddetçe yaralanan yürekler tükenmeyecek, kahpelikler azalmayacaktı. Hesapsız sevenlerle, çıkarı için yalakalık yapanlar bir araya geldikçe insanlar birbirlerine güvenemeyeceklerdi.
Karan'ın savaşı cephede düşmanlayken, Hatice'nin savaşı genç bir kadınken kucağında bebesiyle dul kalmışlığıylaydı. Namusunu, izzet ve şerefini korumaya çalışmaktan öte savaş mı vardı?
Tüm bunları düşünürken karısının kollarında kıpırdadığını farketti adam. Yumuşacık teni ve yuvarlak kıvrımlarıyla en önemlisi de kişiliği ve ahlakıyla mumla arasa bulamayacağı bir kadın kollarında yatıyordu. Onun kadar dürüst olabilmeyi diledi Bilâl. Murat'a anlattıklarını ona da anlatabilmeyi diledi ama korkuyordu. Korkusu ise onun gözlerinde göreceği hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Murat'ın gözlerinde daha o önce onu görmüş ve günlerdir kendine gelememişken, kadınının gözlerinde o duyguya şahit olmak boğazına geçirilen yağlı bir ilmek gibiydi. Darağacını kurup assalar, ayaklarının altındaki iskemleye bir tepik atsalar; belki de canı daha az acırdı.
Saçlarını koklayarak öperken bugün onlara gidecekleri haberini nasıl verebileceğini düşünmeye başladı. Buna tek başına karar verebilir miydi gerçekten? Ya onlar gitmek istemiyorsa? Sonra böyle bir ihtimalin olmadığı düşüncelerinin bentlerine dank etti. Burada kalmak her an ölümle burun buruna gelme ihtimalini düşünürken yaşayamamak demekti. Aldıkları her nefesi hüzünle alıp dışarıya vermek gerçekten yaşamak mıydı? Hayatta kalmakla yaşamanın o can alıcı sırat köprüsündeydi Bilâl. Ama verdiği karadan sonuna kadar emindi. Gerekirse tüm ağırlığını ortaya koyar, evin reisi her kimse herkese gösterirdi. Bunu düşünürken seneler önce arkadaşlarından birinin dedikleri aklına düştü. Işıklar içinde yatsın, ne demişti?
"Erkek dediğin hep en son sözü söyler. Karısı kararını belirtir ve o da "tamam karıcım." der."
Efsun ise günlerdir özlediği gibi Yalın'ın yanında gecelemişti. Kedi yavruları Murat'ın getirdiği sütü içtikten sonra koynuna girip uyumuşlardı. Gaz lambasını söndürmeden yatmak zorundalardı çünkü gece tuvalete kalkanlar gezen kedi yavrularını görmezse basıp öldürebilirdi. Tabi gaz lambası yanık olunca gençlerin de görüş alanı genişlemişti. Sabaha doğru sessizleşen ev Efsun'a günlerdir sunmadığı imkânı vaat ediyordu. Bugün Yalın'ın gözlerinde gördükleriyle uyku yüzü görememiş, dönüp durmuştu. Ve fırsatta ayağına kadar gelmişti. Babası bir türlü odadan çıkıp buraya gelememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...