-44-

1.2K 83 14
                                    

Merhaba arkadaşlar. Uzun süredir yazmadığımı biliyorum ama bunun için gerçekten geçerki sebeplerim var. Normalde bu gün de yazmazdım. Ama daha fazla bekletmek istemedim ve zar zor kısa bir bölüm yazdım. Arkadaşlar, bu aralar gerçekten çok yoğunum. Bir yandan nisan sonundaki sınavıma hazırlanıyor, bir yandan da sene sonu için mezuniyet hazırlıkları yapıyorum. Ekstra olarak da resim sergim için olan hazırlıkları tamamlamaya çalışıyorum. Ayrıca mayıs sonunda bir önemli sınavım daha var. O yüzden lütfen beni anlayın. Bölümler uzun bir süre daha yavaş gelebilir.
Ve son olarak bir konuya daha deyinip hemen hikayeye geçicem. Bazılarınız 1900 lerden devam etmesini istemiş sanırım. Ama kesinlikle bu dönemi de anlatmam gerektiğini düşünüyorum. Merak etmeyin 1900 lere de gelicez.
Neyse daha fazla uzatmayayım. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumlar...
-------------------------------------------

1820;
Benliğimi kaybetmeme sebep olmayan tek şey Klaus'un nadiren gördüğüm yüzüydü artık. O da acı veriyordu. Ondan nefret edemediğim için kendimden nefret etme aşamasını çoktan geçmiştim.

Hayata tutunmamı sağlayan tek şeyi ise kaybetmemekte ısrarlıydım. İnsanlığım.

Zaman kavramını yitireli çok olmuştu. Artık hiç bir şeyden emin değildim. Kim olduğumu bile Klaus hatırlatıyordu bana.

Tek bildiğim şey çok uzun zaman geçtiğiydi. Ama ne kadar uzun olduğunu bilmiyordum.

Klaus ne kadar bencil olduğunu bir kez daha ispatlamıştı yıllar önce. Aynı benim gibi. Beni bırakmamak için benim benliğimden vazgeçmişti.

O kötüydü ve sadece kendini düşünüyordu. Ve bunu kendime daima hatırlatmayı ihmal etmiyordum.

Bana o mineyi verdikten sonra ellerimi ve ayaklarımı bağlamış, beni uzun bir yolculuğa çıkarmıştı.

Kol'u ise hiç görmemiştim. Tek hatırladığım kalbindeki hançerdi. Gerçi Kol benim için hiç bir şey ifade etmiyordu artık. Hafızamın silinmeye yüz tutmuş bir köşesindeydi. Herkes gibi.

Çok fazla dolaşmıştık. Ama uzun zamandır buradaydık. Son yolculuğumuzdan arta kalan tek anım bir çocuktu. Küçük bir oğlan çocuğu. "Marcellus"

Şimdi ise karanlık, nemli bir zindandaydım. Yıllardır olduğum gibi. Dıları çıktığım zamanlar sadece küçük yolculuklarımızdı. Bunlarda da ellerim bağlıydı.

Bileklerim fazlasıyla aşınmıştı. İpler daima orada olduğu için artık iğileşemiyordu bile.

Hafızam ise tamamen soluklaşmıştı. Tek hatırladıklarım isimlerdi. -Klaus hariç. Onunla yaşadığım her şey hala çok netti.- O isimleri de kaybetmemek için her gece uykuya dalmadan önce onları tekrar ediyordum.

"Rebekah."

Kurumuş dudaklarımla titrek bir nefes aldım.

"Elijah."

Bir nefes daha.

"Kol."

"Mikael."

"Esther."

Hafızamı bir az zorladım.

"Katherina."

"Liz."

"Hanrik."

Bir az daha derinlere.

"Finn."

"Tatia."

Yine yaşlarla dolan gözlerimi yavaşça açıp kapattım. Uykuya dalmak için son bir isim mırıldandım.

"Klaus."

Ama uykuya dalamadım. Zindanın kapısı sertçe açıldı ve Klaus'a ait olduğuna emin olduğum adım sesleri duyuldu.

Çok kısa bir süre sonra parmaklıklar arkasındaki yüzü belirdi ve her zaman sorduğu soruyu sordu soğukça "Seni çıkarırsam benimle kalmayı kabul ediyor musun?"

"Hayır!" Diye soldum kurumuş boğazım izin verdiğince. Klaus'un yüzü asıldı. Her seferinde aynı cevabı duymaktan sıkılmıştı. Ben ise aynı soruyu.

Yüzü düştü. Ve birden... Her zamanki o soğuk ifade kayboldu. Yüzü yumuşadı "Bunu yapma Caroline." Dedi fısıltıyla. "Bize bunu yapma."

"Biz diye bir şey yok anlıyor musun!" Diye bağırdım "Biz öldük. Ve burada asırlarca kalsam bile senin yanında kalmayı kabul etmiycem! Asla!"

Ben bağırmaya devam ederken o hışımla çıkıp gitmişti. Ve yeniden yalnızlığımla baş başaydım.

GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin