-48-

986 73 16
                                    

Arkadaşlar, size küçük bir sürpriz yapmak istedim. Biliyorsunuz normalde hafta sonuna kadar yazamayacaktım. Ama bir boşluk bulup hızlıca yazdım. Umarım beğenirsiniz.
-------------------------------------------

Bir süre yüzüme bomboş bir ifadeyle baktı. En az benim kadar yorgun gözüküyordu. Saçı dağınıktı ve ağır bir şekilde içki kokuyordu.

"Nasıl burada olabilirsin?" Diye sordu. Bu soru beni düşündürdü. Marcellus'u ele veremezdim. Beni çıkardığını söyleyemezdim bu yüzden kaçamak bir cevap verdim. "Yanında kalmayı kabul ettim, Klaus Mikaelson."

Tek elimi omzuna koyup etrafında bir tur döndüm. Sonra muzip bir ifadeyle "Bu halin de ne? Harabeye dönmüşsün." Dedim.

Bu alaycı tavrıma karşılık gülümsedi "Sen de şu an dünyalar güzeli sayılmazsın."

Ben de gülümsedim. Yüzüne bakmak içimi rahatlatmıştı. Kokusunu bu kadar yakından hissetmek muhteşemdi. Kendimle olan çelişkime geri döndüm.

Affedebilir miydim onu? Bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı. Onu öpmek istiyordum. Tek bildiğim şey gerçekten buydu. Hala hiç bir anımı hatırlamıyor ve an be an benliğimi yitiriyordum. Klaus yüzünden. Bileğimdeki yaralar hala acıyor ve bir türlü iyileşmiyordu. Klaus yüzünden. Delirmiştim. Klaus yüzünden. Ama yine de onu öpmek istiyordum.

Bu düşünceme engel olamadım ve aniden dusaklarımı dudaklarına bastırdım.

Klaus ne olduğunu anlayamadı ve geri çekildi. "Tanıdığım Caroline Forbes bu kadar çabuk affetmezdi."

"Senin de dediğin gibi Klaus, insanlar değişmez ama zaman değişir. Zaman geçer. Hiç bir şey hatırlamıyor olabilirim ama bu sözünü hatırlıyorum. Haklıydın. Zaman geçti. Tahminimce çok fazla zaman ve ben değiştim. O parmaklıkların arkasında o kadar çok zaman geçirdim ki gururun bir önemi yok artık. Sadece istediğimi yapıyorum. İstediğim zaman. Her zaman söylediğim gibi ben bencil biriyim."

Klaus bir kahkaha patlattı. "Komik bir şey mi var?" Dedim sinirle. "Hayır." Dedi ama hala gülüyordu.

"O zaman gülmeyi kes." Diye bağırdım. Gülmeyi kesip dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra da "Biliyordum." Diye mırıldandı.

Beni gerçekten sinirlendiriyordu. "Neyi?" Diye bağırdım.

"Aynı olduğumuzu. Sen de benim gibisin."

"Biz aynı falan değiliz. Sen kötüsün." Dedim. Beni gerçekten fazla sinirlendirmişti.

"O zaman beni neden seviyorsun?" Diye sordu. Bu aslında bir soru değildi. Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Sahi ben neden seviyordum onu? Belki gerçekten aynı olduğumuz için! Belki ben de onun gibi kötü olduğum için!

Ama bunu ona söylemedim "Seni sevdiğimi nereden biliyorsun?"

Çenemi tutup beni gözlerinin içine bakmaya zorladı. "Bana bak. Tam gözlerimin içine. Ve bana de ki 'Seni sevmiyorum."

Bir süre sadece göz göze baktık. Ağzımı aralamak ve 'Seni sevmiyorum' demek için uğraştım. Ama yapamadım. Çünkü gözlerinin içine hapsolmuştum.

Sonunda elinden kurtulup başımı eğdim ve "Yapamam." Diye fısıldadım.

Bir kahkaha daha patlattı "Nedense bunu da biliyordum."

Başımı kaldırıp ona baktım. Pürüzlü ama mükemmel hatlarını inceledim. O harikaydı. Ben onu neden sevdiğimi biliyordum, daha doğrusu neyini sevdiğimi. Ben onun gözlerini seviyordum, içinde hangi duyguları batındırırsa barındırsın bakışlarını seviyordum, gülüşünü seviyordum -özellikle o çarpık gülümsemesini-, aksanını seviyordum, bencilliğini seviyordum, kötülüğünü seviyordum, ölümsüzlüğü sevmesini seviyordum ama en çok da içinde bir yerlerde sakladığı iyiliği ve sevgiyi seviyordum.

"Yapamam... Çünkü seni her şeyden daha çok seviyorum." Dedim. Sanki bu uzun sessizlik hiç olmamış gibi.

Bana yavaşça bir az daha yaklaştı. Aramızda mesafe yok gibiydi artık.
Gözleri boş ama bir o kadar da anlamlı bakıyordu. Bu ikisini harmanlamayı nasıl başardığını anlayamıyordum.

Nefes alıp verdikçe göğüsüm ona çarpıyor soluklarım onunkilere karışıyordu. Yüzümü ellerinin arasına aldı ve dusaklarını nazikçe benimkilerin üstüne örttü. Yavaşça ona eşlik ettim.

Ellerini yüzümde gezdirip sonra aşağıya doğru indirdi. Omuzlarımdan, kollarıma doğru. Sonunda bileklerimde durdu elleri. Geçmeye yüz tutmuş ama hala tam olarak geçmemiş yaraların üstünde gezdirdi ellerini. Canımı yaktı bu. Dudaklarımız hala birken inledim.

Klaus bunun üstüne hafifçe geri çekildi. Am abana çok uzak değildi. Nefesini yüzüme bırakarak kulağıma yaklaştırdı dudaklarını ve "Özür dilerim." Diye fısıldadı.

Bir az da ben geri çekilip gözlerine baktım "Özür dilemene gerek yok. Sen beni delirttin ve bunu yaparken sen de delirdin. Artık eşitiz Klaus. Biz aynıyız." Sanırım...

GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin