Bir haftaya kadar hastaneden çıkıyorum arkadaşlar. Umuyorum ki o zaman daha kolay ve sıklıkla bölüm yazabileceğim. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar...Caroline Mikaelson;
Hayatımda asla böylesine bir korku yaşamamıştım. Ailemi kaybetmiş olmanın korkusu çok büyüktü. Ölmediklerini biliyordum. Ama beni bulamamalarından korkuyordum. Ya da onları bulamamaktan. Yüz yıllar boyunca onlarsız yaşamaktan korkuyordum.
O korkuyla Mystic Falls'a kadar koştum. Şimdi tek yapmam gereken onları bulmaktı. Şu küçük kasabada onları bulmak ne kadar zor olabilirdi ki? Çok yorgundum ama onları bulmadan duymayacaktım.
Böylece hiç uyumadan onları aramaya başladım. Uykusuzluk bazen başıma vurdu. Beni delirtecek derecede yorgun olduğumu hissettim ama durmadım. Onları bulmak zorundaydım. Haftalarca aradım. Kasabanın her karışını aradım. Her sapa sokağını. Her yeri aradım. Ama onlar yoktu.
Beni aramaya hiç gelmemişler miydi? Ya da gelip gitmişler miydi? Şimdi nasıl bulacaktım onları bu koca dünyada?
Umutsuzluk tüm bedenime yayıldı. Sahip olduğum son aile belki de Dünya'nın öbür köşesindeydi. Bir süre umutsuzluktan başka hiç bir şey hissetmedim.
Burada olmadıklarını kabul etmek zorundaydım şimdi. Onları aramaya devam etmeliydim. Ama nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum.
Böylece kalbimin beni götürdüğü yere gittim. Yuvama. New Orleans'a döndüm. Bu şehir benim için çok şey ifade ediyordu. Ben yeniden burada bulmuştum kendimi, burada bir aile edinmiştim, burada evlenmiştim, burada bir kez daha çocuğumu kaybetmiş, burada yeni bir çocuk edinmiştim ve şimdi ailemi burada kaybetmiştim.
Bu şehir hem cennetti benim için, hem de cehennem. Buraya gelene kadar hiç bir şey yapmadım. Beynim ailemi bulamadığım gerçeğini kabul etmeyi reddediyordu. O kadar alışmışken onlara şimdi yanımda olmadıklarını bilmek zordu. Dünya'nın neresin delerdi şimdi? Hangi şehir delerdi bensiz? Onlarında kalpleri acıyor muydu benim gibi? Yoksa çoktan derin bir uykuya mı dalmışlardı? Bir daha uyanmayacaklar mıydı acaba?
Ayaklarım istemsizce beni opera binasına getirdi. Buraya gelmeyi düşünmemiştim oysa, aklımın ucundan bile geçmemişti. Ama kalbim buraya gelmek istemişti. Neler kaybettiğimi görmek için belki de.
Yıkıntıların içinden geçerken ilk defa gözümden bir damla yaş aktı. Onları bulamadığımda ağlamamıştım. Ne yapacağımı bilmeden buraya gelirken ağlamamıştım.
Ama şimdi bu döküntünün içinde, kül kokularıyla beraber çaresizliği hissetmiştim. Yokluğu, yalnızlığı hissetmiştim. Kırık dökük eski taşların içinde bir tane bile ceset yoktu. O gün burada ölen insanların hepsi ayağımın altında ezilen külden ibaretti şimdi.
Eğer birine bile bir şey olduysa yanmış olamazdı. Mutlaka cesedi burada olurdu. Gözüm bir beden aradı. Yerde hareketsiz yatmasına bile razıydım. Sadece görmeliydim.
Hala ayakta kalmayı başarmış bir kaç duvardan kan damlıyordu. Ne olmuştu burada? Yangından ibaret olmadığı çok barizdi. Kan damlalarından biri omzuma düştü. Onla eş zamanlı olarak gözümden bir göz yaşı damlası daha aktı.
Ve o anda yerde yatan bedeni gördüm. Hareketsizce orada yatıyordu. Şansa bak ki hiç taş yığını düşmemişti üstüne. Onca döküntünün arasında öylece yatıyordu. Kalbim hızlandı.
Orada yatan bir vampirdi muhakkak. Ama kim? Sevdiğim biri mi? Ailemden birimi? Adımlarımı hızlandırmaya cesaret edemedim. Yanına gidip kim olduğunu görmek bile istemiyordum ama bu kuşkuyla yaşayamazdım. Yavaş adımlarla ilerledim. Çok küçük temkinli adımlarla.
Ve sonunda cesedin yanına vardım. Yüzünü gördüğüm an ağzım açık kaldı. Mikael'dı bu. Yıllardır görmemiştim bu adamı. Hiç aklımdan bile geçirmemiştim. Bir gün geri döner diye endişelenmemiştim. Korkmamıştım ondan. Küçümsemiştim onu.
Ama o, sonunda Klaus'u bulmuştu demek. Bu yüzden gitmişlerdi. Kaçmışlardı, belki uyanır diye. Ama cesedi kimse bulmamıştı anlaşılan. Mikael hala Klaus'un hançerlerinden birinin kurbanı olmuş bir şekilde yerde yatıyordu.
Ayaklarım daha fazla ağırlığımı taşıyamadı. Dizlerimin üstüne Mikael'ın hemen yanına düştüm. Sivri taş parçaları dizimi kesti. Ama sonra hemen geri iyileşti.
Gözümden şimdi damla damla yaşlar akmıyordu, art arta hiç durmadan akıyordu gözyaşlarım. Kalbim bomboş kalmıştı. "Aşağılık adam!" Diye haykırdım. Şimdi çığlık atarak gibi ağlamaya başlamıştım. İçimdeki kini ve çaresizliği atmalıydım. Göğsüne bir yumruk geçirdim. "Hayatımı mahvettin!" Sesim anlaşılmayacak kadar boğuk çıkıyordu ama bağırmaya devam ettim "Seni orospu çocuğu!" Bir tane de yüzüne yumruk attım "O kazık hala bende olsaydı da seni şuracıkta öldürseydim!"
Saatlerce başında ağladım. Ona yumruklar attım. Bedenine resmen eziyet ettim. Yaptıklarımın ruhuna da işlemesini umdum. Aynı benim çaresiz olduğum gibi çaresiz olsun istedim. Nefret ediyordum ondan.
Gençliğimiz boyunca Klaus'a eziyet etmişti. Kendi ailesini parçalamıştı. Ve şimdi beni ailemden ayırmıştı.
Yerden kalkamaya mecalim olduğunu hissettiğimde ayağa kalktım. Dizlerim uyuşmuştu.
Mikael'ın ayağından sıkıca tuttum ve onu arkamdan sürüklemeye başladım. Ne kadar garip göründüğü umurumda bile değildi.
Anayola çıkıp bir taksi buldum. Taksiye ilk önce Mikael'ı koyup sonra ben bindim. Şoför korku dolu bakışlarla beni süzdü. Çığlık atmasına ramak kalmıştı ki kanlı ellerimle onu yakalayıp kendime doğru çektim. Doğrudan gözlerinin içine baktım ve "Bizi Mystic Falls'a götüreceksin." Dedim "Biz bu arabadan indiğim zanda olan her şeyi unutacaksın."
Adam uyuşmuş bir şekilde başını salladı ve önüne dönüp arabayı sürmeye koyuldu.
Mystic Falls'a vardığımda ilk işim mezarlığa gitmek oldu. Mezarlıkta uzun üçgen çatılı bir mezar buldum. İçinde bir tabut vardı. "Salvatore" yazıyordu kapının üstünde. Bu soy ismi hemen tanıdım. Katherine'in şu salak aşıklarının aile mezarıydı burası.
Kapıdan içeri girdim, tabutu açtım. Tabut boştu. Mikael'ı kaldırıp oraya yatırdım. Şu an sesimi duymasını o kadar istiyordum "Kimse seni bulamayacak." Dedim tatmin olmuş bir şekilde "Burada çürüyeceksin Mikaelson! Ta ki ben geri gelip seni öldürene kadar." Tabutun kapağını çarparak kapattım ve mezardan çıkıp, sisli mezarlıktan uzaklaştım.
Şimdi ailemi bulmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
FanfictionAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE