-46-

984 80 10
                                    

Kıs bir bölüm daha. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar...
-------------------------------------------

Sırtım deli gibi acıdığında, acıdan başka bir şey düşünemez olmuştum. Yine unutmuştum yalnızlığımı, deliliğimi, yaşadığım berbat şeyleri...
Ve bu yüzden sırtımı vurmayı bırakmış, boş gözlerle duvara bakmaya başlamıştım.

Hatırlıyordum. Bir zamanlar güçlüydüm ben. Çok güçlü. Ama şimdi... O güçlü günlerimi hatırlayamayacak kadar güçsüz.

Ben duvarı izlemeye devam ederken kapı açıldı. Ama ben o tarafa bakmadım. Sadece duvarı izlemeye devam ettim. Gelenin Klaus olduğunu biliyordum.

Ayak seslerini dinledim. Küçük adımlar. Fazlasıyla küçük. Bir beden tam önümde durduğunda başımı kaldırdım. Gelen Klaus değildi. Karşımda bir çocuk vardı.

Hiç bir şey demiyordu. Sadece şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Ben de bir şey söylemedim. Sadece yüzünü uzun uzun inceledim.

Ve birden aklımda bir isim belirdi 'Marcellus'.

Bu çocuk oydu. Klaus'un bana mine verip bayıltmasından sonra tek hatıram. Tek yeni isim.

"Klaus'un anlattığı kadar güzel değilsin." Dedi çocuk ciddiyetle. Yorgun bedenim buna ne kadar izin vermek istemese de küçük bir kahkaha patlattım. Uzun zamandır ilk kez gülüyordum sanırım. O kadar özlemiştim ki gülmeyi.

"Klaus nasıl anlatıyormuş beni?" Diye sordum merakla. Sesim çatlak veya boğuk çıkmamıştı, gayet pürüzsüzdü.

"Çok güzel sarı saçların olduğunu söylemişti. Saçların sarı ama kabarık ve çirkin. Ayrıca gözlerinin de çok güzel olduğunu söyledi. Sürekli parlarmış gözlerin. Sen ise ölüye beniyorsun!"

Bir kahkaha daha patlattım. "Ben zaten ölüyüm."

Bir süre düşündü. Sonra şaşkın şaşkın "Doğru!" Dedi.

Bu çocuğu sevmiştim! "Neden geldin buraya?" Diye sordum umursamazca. Çoçuğun ağzını açmasına izin vermeden devam ettim "Klaus gönderdi seni buraya. Biliyorum. Ama neden?"

Marcellus parmaklıklara temkinle yaklaştı. Oraya gitmeyeceğimi anlayınca rahat bir şekilde parmaklıklara tutundu ve "Buraya geldiğimi bilmiyor." Dedi. Birden ilgimi çekmeyi başarmıştı. Gözlerimi Marcellus'un gözlerinin tam içine diktim. Klaus göndermediyse neden gelmişti ki?

"Senin burada olduğunu kimseye söylemiyor. Ben onu takip ettim. Burayı öyle buldum." Hafifçe yutkundu "Çok içtiği zamanlarsa hep seni anlatıyor bana. Yaşadıklarınızı, güzelliğini, seni ne kadar sevdiğini."

Çok yorgun olmama rağmen yavaşça ayağa kalktım ve parmaklıklara doğru ilerledim. Bağlı ellerimle zar zor parmaklıklara tutundum. Başımı aşağı eğdim ve yüzüne baktım.

"O da senin gibi. Belki bir odada kapalı tutulmuyor ama deliriyor. Seni görmeye gelmediği her an içiyor. Elijah ve Rebekah'yla ise arası bozuk. Seni alıkoyduğunu biliyorlar ve bunun için kızgınlar. Klaus artık bir tek benimle konuşuyor."

Gözlerimden küçük bir yaş süzüldü. Beni hala GERÇEK anlamda seviyordu. Bu ne demekse artık.

"Lütfen onunla yaşamayı kabul et Caroline. Yanında olmanı her şeyden çok istiyor. Lütfen kabul et.

Gözlerimde yaşlar birikmişti ama akmalarına izin vermiyordum. Bu yüzden buğulu görüyordum şimdi. "Hayır." Dedim fısıltıyı andıran bir sesle.

"Sen iste veya isteme Caroline, seni buradan çıkarıcam. Ve emin ol buradan çıktığında Klaus'tan ayrılamayacaksın yine. Senden o kadar çok bahsetti ki Caroline... İnan bana seni senden daha iyi tanıyorum." Dedi. Sonlara doğru yüzünde bir gülümseme belirmişti.

"Şimdi gitmekiyim." Deyip koşarak odadan çıktı.

"Bekle!" Diye bağırmıştım ama beni duymamıştı bile. Gitmişti.

Gerçekten de haklı mıydı? Buradan çıktığımdan Klaus'tan ayrılmak istemeyecek miydim? Bırakamayacak mıydım onu? Daha önce bırakıp gitmiştim. Şimdi de gidemez miydim?

Düşüncelerim içinde kaybolmamak için Kol'un tabutuna döndüm "Yüne yalnız kaldık eski dostum."

GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin