-50-

1K 73 11
                                    

İşte yeni bölüm geldi. Bu da kısa oldu ama sonunda sınavım bitti. Yani iki önemli sınavdan biri şimdi mayıs sonunda bir tane daha var. Ama bir az olsun hafifledim. Umarım artık daha sık yayınlayacağım. Umarım beğenirsiniz.

İyi okumalar...

Yavaş adımlarla ilerledim. Rebekah ve Elijah'ın yüzündeki şaşkın ifade hala yerindeydi.

Masanın öteki ucuna varmayı başardığımda Klaus'un yanındaki sandalyeye oturdum.

Klaus Rebekah ve Elijah'a eliyle sandalyelerini işaret ederek "Otursanıza." Dedi.

Rebekah ve Elijah donuk bir biçimde yerlerine oturduklarında Klaus inledi. "Kahvaltıya başlar mısınız artık? Adı üstünde aile yemeği. Tek başına yiyemem."

Rebekah'nın şaşkın ifadesi birden gülümsemeye dönüşürken "Sonunda doğru kararı verdin abi. Onu çıkaracağını biliyordum." Dedi neşeyle.

Klaus çatalını havada bir kaç tur döndürdükten sonra "Ben çıkarmadım, kendi çıktı. Ve doğruca bana geldi." Dedi. Yüzüne çarpık gülümsemesini tekrar yerleştirdi.

Kısa bir süre sonra herkes kahvaltısına başlamıştı. Arada bir Rebekah ve Elijah'ın yüzünü inceliyor ve tanıdık bir ifade, bir anı yakalamaya çalışıyordum. Ama yoktu. Hepsi zihnimin en derinliklerinde oradan çıkarılmayı bekliyordu. Yıllarla beraber kaybolmuşlardı.

Bana bunu yapmasına rağmen nasıl oluyor da Klaus'u affediyordum ben?

Tadını hiç hatırlamadığım kahvaltılıkları ağzıma atmayı devam ettim.

Yıllardır beni hayatta tutacak kadar kan hariç hiç bir şey tüketmemiştim.

Bu arada birden kafamda bir soru birikti. Kaç yıl? Kaç yıldır oradaydım ben?

Başımı kaldırıp Klaus'a baktım. "Kaç yıldır beni o şekilde tutuyorsun?" Diye sordum. Sesime hem ciddiyet hem de merak hakimdi.

İlk on yılda saymayı bırakmıştım.

Vereceği cevabı beklerken sanki bir savaş alanında tüm okların hedefi gibi hissediyordum. "Tamı tamına 330 yıl." Ve tüm oklar hedefini buldu.

Hayatımdan 'tamı tamına' 330 yıl kaybetmiştim ben! Yapayalnız 330 yıl geçirmiştim.

Belki de bildiğim her şey tamamen değişmişti. Gerçi 330 yıl tutsak kalınca bildiğin her şeyi de unutuyordun ya, neyse!

Hızlıca ayağa kalktım. Ama çok ani bir şekilde kalktığım için başım döndü ve yalpaladım. Klaus, beni kolumdan yakalamaya çalıştı ama serçe çektim.

"Benim... Bir az kendimi toparlamaya ihtiyacım var. Lütfen beni yalnız bırakın." Rebekah benimle gelmek için ayağa kalkmaya yeltendiğinde elimle ona durmasını işaret ettim ve "Hepiniz." Diye ekledim.

Büyük yemek salonundan hızla çıktım. Hizmetçim ortalarda yoktu. Muhtemelen daha sonra gelmesi gerekiyordu.

Buradan çıkmam lazımdı. Duvarlar... Üstüme üstüme geliyordu. Nefes alamıyordum. O küçük hücre öylesine etkilemişti ki beni, orada o kadar uzun zaman kalmıştım ki artık bu koca saray bile bana dar geliyordu. 

Bahçeye çıkacak bir kapı aradım. Hızla gözlerimi geniş holde gezdirdim. Ve sonunda mavi gökyüzünü gördüm. Cam kapıdan sonsuz gökyüzü göze çarpıyordu. 

Koşar adımlarla cam kapıya gittim ve onu iterek açtım.Bir bahçede değil, bir verandadaydım. Gökyüzüne daha yakın olmak daha iyiydi. Derin, derin nefes alıp verdim. Ve sonunda olduğum yere oturdum.

Soğuk mermer bana zindanı hatırlatmıştı. Ama aldırmadım. Çünkü bana her şey orayı hatırlatıyordu artık. Klaus yüzünden hayatım büyük bir bölümünü karanlıkta geçirmiştim. Bu yüzden bir az zaman ihtiyacım vardı.

En azından etrafımdaki insanları hatırlayabilseydim keşke. Rebekah'yı, Elijah'ı. Onları hatırlasam belki her şey bir az daha kolay olurdu. Onları hatırlamak için ne yapabilirdim. Belki de yalnız kalmak yerine onlarla daha fazla zaman geçirmeliydim. Belki bir şeyler bana eski günleri hatırlatırdı.

Ben düşüncelerime dalmışken cam kapı hızlıca açıldı ve çarptı. Klaus'un olduğundan emin olduğum kol beni sertçe ayağa kaldırdı.

Şimdi birbirimizin gözlerine bakıyorduk "Sakın bir daha bana arkanı dönüp gitme!" Diye bağırdı. 

"Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim. Bir kere olsun beni dinle." Dedim. Ben de bağırmaya başlamıştım. Oysa kızgın değildim. Sadece onun bağırmasından etkilenmiş ve bağırmaya başlamıştım.

"Beni bir kez daha terk etmeyi aklından bile geçirme. Beni anladın mı!" Dedi. Sanki beni dinlemiyor gibiydi.

"Sen beni karanlıkta bıraktın. 330 yıl karanlıktaydım ben. Benden gitmememi isteyemezsin!"

"Peki ya ben ne olacağım Caroline." Dedi. Artık bağırmıyordu. Aksine çok sakin hatta çaresiz bir hali vardı. Onun bu duygu değişimleri beni öldürecekti. "Söyle Caroline. Ben ne olacağım. Ben her zaman karanlıktayım. Ve benim yolumu bulmamı sağlayan tek ışık sensin. Sen gidersen ben yolumu bulamam. Kaybolurum. Aynı beni son bıraktığında olduğu gibi.

"Sen benim karanlığımın içindeki ışıksın Caroline. Bu yüzden gidemezsin. Senden bu gün isteyeceğim şey tam da buydu. Bu şehrin, benim kraliçem olmanı istiyorum. Caroline sana bir kez daha bunu teklif ediyorum. KARIM OLMANI İSTİYORUM"

Cebinden bir kutu çıkarıp açtı. İçinde küçük bir yüzük duruyordu. Bir ağaçtan yapılmıştı ve üstünde sadece küçük bir taş vardı. Ama bu yüzüğü tanıyordum.

"Henüz kamplarda yaşadığımız zamanlarda gitmiştin ya hani sen. Sonra çadırıa girdim. Ve bulabildiğim ilk şeyi, bu yüzüğü aldım. Ve şimdi bununla yapmak istedim."

Diz çöküp yüzüğü bana doğru uzattı. Boğazını temizledi ve o cümleyi söyledi. "BENİMLE EVLENİR MİSİN CAROLİNE FORBES?"

GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin