Bu hafta bir kaç bölüm üst üste yayınladım. Umarım bunu da beğenirsiniz. İyi okumalar...
NOT: Multimedia'da Esther var...
--------------------------------------------O an ona cevap vermeme izin vermemişti. Hiç bir şey söylememe izin vermeden dudaklarımızı bir kez daha birleştirmişti.
O anlar o kadar güzeldi ki. Hayatımın en muhteşem anları. Bana dokunuşu. Teninin sıcaklığı. Bakışı. Öpüşü. Onu hissetmek. Bunlar muhteşemdi.
Şimdi ise elbisemi üzerime geçirmiş bağını bağlıyordum. O ise pantolonunu giymiş, ağacın kenarında ayaklarını uzatmış oturuyordu. Elbisemi giydikten sonra yanına gidip oturdum ve başımı çıplak ama bu soğuk havaya rağmen sıcak olan göğsüne yasladım. Tüm hayatımı burada, bu ormanda, onunla geçirebilirdim. Kokusunu içime çekip bir kez daha huzura kavuştum.
Bir süre öyle hiç konuşmadan kaldıktan sonra Klaus eliyle narince başımı kaldırdı. Gözlerimizin her buluştuğunda olduğu gibi nefesim kesildi. "Şimdi söyle melek. Karım olur musun?" Dedi. Başımı evet anlamında sallayıp "Evet." Dedikten sonra dudaklarımız kısa bir süreliğine birbirine değdi. Henüz çok erkendi. Biz yeni tanışmıştık. Ama ona olan sevgim tüm bunların üstündeydi.
Orada oturmaya devam ederken "Sence kaç çocuğumuz olur?" Dedim kafamı ona çevirip. "Bence en az 4!" Dedi gülümseyerek. Ben küçük bir kahkaha artıktan sonra "Hayır!Bence en az 5!" Dedim. Bu sefer de o küçük bir kahkaha attı. Bu tabi ki işin şakasıydı. Sma işi eğlenceli hale getiriyordu.
"Çadırı da kırmızı isterim." Dedim. "Tabi ki. Ama siyahlar da olmalı." Diyerek beni destekledi. Ben de onu destekleyerek "Tabi ki." Dediğimde ikimiz aynı anda güldük.
Kısa bir süre sonra "Benim annemin yanına şifahaneye girmem gerekiyor." Dedim. Ayağa kalktıktan sonra "Hem sanırım annemle konuşmam gereken bir konu var." Deyip göz kırptım. Elbisemin içine sıkışmış saçlarımı dıları çıkardıktan sonra elbiseme bir az çeki düzen verdim ve "Görüşürüz." Dedim. Onun da "Görüşürüz." Demesini bekledikten sonra oradan ayrıldım.
Şifahaneye vardığımda annem oradaydı. Etrafta kimse yoktu. Yanına gidip yanağına bir öpücük kondurdum ve "Yardım edebileceğim bir şey var mı?" Diye sordum. "Tabi. Şurayı düzenlememe yardım edebilirsin." Dedi annem. "Peki." Deyip merhemleri ve sargıları düzenlemeye koyuldum. Bir yandan da konuya nasıl gireceğini düşünüyordum.
Kısa bir süre sonra sargı bezlerini bırakıp gözlerimi kapattım ve derin bir nefes alıp "Ben Niklaus Mikaelson'la evlenicem." Dedim bir çırpıda. Sonra da gözlerimi açıp ona doğru döndüm. Elindeki sargıları düşürmüş ve gözleri şaşkınlıktan sonuna kadar açılmıştı. Hala şaşkınlığından kurtulmamışken ama konuşucak duruma gelmişken "İzin vermiyorum." Dedi.
"İzin istemiyorum anne. Ben onu seviyorum." Dedim. Kelimeler titrek sesimden zır dökülüyordu ama yine de kendimden emin duruyordum. Sadece anneme karşı durmak istememiştim. Sadece öylesine izin vermesini ummuştum.
"Madem izin almıyorsun şu an bunu konuşmamızın bir anlamı yok." Dedi. "Anne..." Diyerek söze girmeye çalıştığımda eliyle beni susturdu. "Daha bitirmedim." Dediğinde başımla onaylayıp çenemi kapadım. "İstiyorsan evlen. Ben hep senin yanında olucam. Ama desteklemediğini bil. O aile iyi değil Caroline. Hele o oğlan hiç iyi değil ama yine de istiyorsan ben yanındayım." Dedi.
"İstiyorum." Dedim yüzümde rden beliren bir gülümsemeyle. "O zaman dikkatli ol." Dedi annem. Başımla onayladıktan sonra hızla yanına koştum ve yanağına bir öpücük kondurdum. "Seni seviyorum anne." Diyip kendimi dışarı attım. Bunu pek tasvip etmediğini biliyordum ama zorluk çıkarmaması iyiydi.
Koşarak Rebekah'nın yanına gittim. Onu mantar toplarken bulduğumda daha ne olduğunu anlamadan onu kolundan çekiştirmeye başladım. "Caroline!" Diye bağırıp dursa da önemsemedim. O kadar mutluydum ki. Onu kuytu bir yere çektikten sonra "Klaus ve ben evleniyoruz." Diye şakıdım. Birden yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi ve küçük bir çığlı atıp "Bu muhteşem!" Dedi "Biliyorum." Diyip yüzümden eksik olmayan gülümsememi korudum.
"Bu durumda biz kardeş olucaz." Diyip gülümsemesini bir az daha. "Evet öyle." Dedim. "Ama bunu kimseye söyleme. En azından şimdilik." Diye ekledim. "Sen merak etme." Dedi ve küçük bir çığlık daha atıp bana sıkıca sarıldı. Ben de kollarımı açıp ona sarılmak istedim ama arada sıkışmıştım. Sonunda nefes alamadığım içinde zorlukla "Rebekah!" Dedim. "Ayyy... Özür dilerim." Deyip beni bıraktı.
Bu sırada duvarın arkasında Kol çıktı. Bu çocuk neden hep olmıycak zamanlarda ortaya çıkıyordu ki? "Klaus'la evleniyor musun?" Dediğinde Rebekah'nın da benim de yüzümüzdeki gülümseme birden silindi. Ancak başımı aşağı yukarı sallayabilmiştim. "Lütfen şimdilik babana söyleme." Dedim. Bu bir az yüzsüzlüktü ama bunu tembihlemek zorundaydım. "Söylemem." Dedim.
"Bana kızma." Dedim çekingen bir ses tonuyla. "Kızgın değilim." Dedi. Sonra ellerini iki yana açıp gülümsedi ve "Sen mutluysan ben de mutluyum." Diye ekledi. "Hem unutmayı öğrenebileceğimi düşünüyorum." Dedikten sonra omzumu sıvazladı ve yanımızdan ayrıldı.
Rebekah bana bakıp "Sen onu dert etme." Dedi "O hep öyledir. Yakında unutur." Başımı onaylar bir şekilde salladım. Ve sonra gülümsememi yeniden yüzüme yerleştirdim...
Kasabanın merkezine geri döndüğümde Klaus'da oradaydı. Onu görünce yüzümde bir gülümseme belirdi. Hızlı adınlarla yanına gidip "Selam." Dedim. "Selam." Diyip yanağıma bir öpücük kondurdu. "Sana bir şey sorucam?" Dedi. "Sor." Dediğimde kulağıma doğru eğildi. "Biliyorsun ki bu akşam dolunay var. Biz her ay Hanrik'le dolunayda kurtadamları izlemeye gideriz. Gelmek ister misin?" Dedi. Bir an korkup geri çekildim ve "Bu yasak değil mi?" Diye sordum. "Evet öyle. Ama eğlenceli." Dedi çarpık bir gülümsemeyle. Bir süre düşündüm. Hayatım boyunca kurtadamların sadece ulumalarını duymuştum. Ama izlemek gerçekten güzel olabilirdi. Hem Klaus yanımdayken korkmazdım da. Bir süre düşündükten sonra "Tamam. Akşam beni de bekleyin. Kamptan kaçıyoruz." Dedim...
Gece yarısı olup dolunay çıktığında ve tüm mumlar söndüğümde üstüme siyah pelerinimi alıp sessizce dışarı çıktım. Kampın bitiminde Klaus ve Hanrik beni bekliyorlardı. Hanrik "Merhaba." Dediğinde ben de gülümseyerek ona selam verdim. Klaus "Hadi gidelim." Dediğinde yürümeye başladık. Kurtadamların yaşadığı yere vardığımızda bir taşın arkasına saklanıp izlemeye başladık.
İlk önce hepsi insandı. Aynı bizim gibi ama dolunayın ışığı üstlerine vurduğunda şekilleri değişmeye başladı. İlk önce kaburgaları sonra kol kemikleri kırıldı. Ve hepsi birer kurta dönüştü. Ve her gece duyduğum uluma sesleri kulaklarımda yankılandı. Normalde bunun bana korkunç gelmesi gerekirken mükemmel geliyordu. Dönüşümleri o kadar güzel gözükmüyordu. Çünkü acı çekiyorlardı ama sonraki ulumaları kulağa şarkı gibi geliyordu.Klaus ve Hanrik'de benim gibi hayranlıkla onları izliyordu.
Böyle şeylerin bir efsane olduğunu bile sanmıştım bir ara. Bunu bizim kampımızdan duyan olsa bana çok kızardı çünkü herkes kurtadamlara inanırdı. Ama işte şimdi kanlı canlı karşımda duruyorlardı.
Klaus kulağıma doğru eğilip "Çok güzel değiller mi?" Dedi. "Mükemmeller." Dedim gözlerimi onlardan ayırmazken "Mükemmeller."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
Hayran KurguAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE