Merhaba arkadaşlar.. Bu bölüm benim pek içine sinmedi ama sizi uzun bir süre bekletmemek için yayınlıyorum. Umarım siz beğenirsiniz. Haftaya haftasonuna kadar yeni bölüm gelmeyecek. Çünkü yine dolu bir sınav haftası beni bekliyor. Haftaya görüşürüz... İyi okumalar...
--------------------------------------------Dişlerini boynumdan çıkarıp kollarımı bıraktığında "Bebeğimiz mi?" Dedi sorar gibi. Gözlerindeki damarlar yavaş yavaş silikleşirken "İyisin." Dedim.
"İyiyim." Deyip birkaç adım geri çekildiğinde "Üzgünüm. Seni seviyorum." Diye ekledi. "Seni seviyorum." Diye ona karşılık verdiğimde bir kez daha "Üzgünüm." Dedi.
Küçük adımlarla ona yaklaştığında gözlerindeki damarlar yeniden belirginleşmişti. Kendime ondan korkmamam gerektiğini tekrar tekrar söylerken kollarının altına girdim ve ona sıkıca sarıldım. O da kollarını bana sardığında "Sorun yok. İyiyiz." Dedim. Gözlerimde hala birkaç damla yaş vardı.
Parmak ucumda yükselip kulağına ulaştığımda ellerimi belinden boynuna çıkardım "Ne olduğun önemli değil. Sen, ben ve beneğimiz çok mutlu olacağız. Bu hiç bir şeye engel değil." Dedim. Başını yukarı aşağı salladığını hissettiğimde ondan ayrıldım ve "İyi olacağız." Dedim bir kez daha.
Onu mu yoksa kendimi mi inandırmaya çalışıyordum bilmiyorum ama, işe yaramıştı. İkimiz de inanmıştık her şeyin iyi olacağına.
Klaus aniden "Annem geliyor." Dediğimde "Nereden biliyorsun?" Dedim merakla. "Bu canavara dönüşmenin sınırlı yararlarından biri. Sesini duyuyorum. Kaç." Dediğinde dudağına küçük bir öpücük kondurdum ve bir kez daha "Seni seviyorum." Dedim ve hıla koşmaya başladım. Ormandan hızla çıkıp kampa vardığımda adımlarımı yavaşlatıp çadıra gittim.
Annem hala çadırda uyuyordu. Sanırım fazlasıyla derin bir uykusu vardı.
Sarsak adımlarla ilerleyip minderin yanına gittim ve oturdum. Tüm bu ölümlerin sebebi onlardı. Herkesi öldürüyorlardı. Yaşayabilmek için. Bunun için onlardan nefret etmem gerekiyordu ama yapamıyordum. Onların hepsine o kadar çok güveniyor ve değer veriyordum ki. Ama korkuyordum. Gerçekten korkuyordum. Annem ve kendim için korkuyordum.
Esther geri dönmeye hazır olduklarını söylemişti. Ama ya kendilerine hakim olamazlarsa? Ölümler artarsa???
Gece boyunca gözüme uyku girmedi. Sadece minderde oturup uzun uzun düşündüm. Yine de Klaus ile evlenip evlenemeyeceğimi düşündüm. Her şey bu kadar kolay olmıycakatı. Mutlaka bu ölümler sorunlar doğuracaktı. Arkasında Mikalesonların olduğunun anlaşılacağına da emindim. Burası küçük bir kasabaydı.
Annem uyandığında beraber kahvaltı ettik. Sonrasında o şifahaneye gitti. Hayvan saldırılarından kurtulan olur da oraya gelir diye her gün ümit ediyordu.
Ben ise tüm günümü evde oturarak geçirip dışarıdaki paniği izliyordum. Herkes korkuyordu. Dışarı tek tük insan çıkıyordu. Onlar da ailelerini kaybetmiş ve hiç bir umudu kalmayanlardı.
Onların acısına ortak oluyordum. Bu gün de yaptığım gibi. Artık acı çok daha derindi içimde. Çünkü artık buna sebep olanların kim olduklarını biliyordum ve onların yanındaydım. Bunun benim de elimi kirletmesinden korkuyordum.
Tüm gün evde insanların acılarına ortak oldum. Kimi zaman ağladım. Hem onlar, hem de kendim için.
Akşam olduğunda annem eve gelmiş beraber yemek yemiştik. Ve annem yatmıştı. Klasik bir günün sonu.
O yattığında ben de yatmıştım ama benim için bu gece de uyku yoktu. Yatağımdan kalkıp küçük bir mum yaktım ve minderle beraber mumu da perdenin yanına getirip oturdum. Ve perdeyi aralayıp gecenin sessizliğini izlemeye başladım. Derken ayak sesleri duyuldu. Perdeyi iyice araladıktan sonra mumu elime alıp dışarı doğru tuttum.
Mikael ve Esther başta olmak üzere tüm Mikaelsonlar kampa geliyorlardı. Dikkatle onları izlerken çadıra girdiklerini gördüm. Geldikleri için rahatlamalımıyım yoksa daha fazla mı korkmalıyım karar veremiyordum.
Ama değişik bir şekilde uyku bedenimi yavaş yavaş sarıyordu. Bunu rahatlamam gerektiğine bir işaret olarak görüp ayağa kalktım. Minderi yerine koyup mumu söndürdüm ve yatağıma girdim. Kendimi daha rahat hissederken uykuya daldım...
Klaus'dan
Caroline'la bir aile kurabileceğime öylesine inanmıştım ki. Normal bir ailemiz olabileceğine. Ama önümüze durmadan engeller çıkıyordu. Kendi hırsımız ve kendimizi bilmezliğimizden sonra bir de bu büyü çıkmıştı. Baba olacağım fikri beni mutlu etmişti ama bir andan da korkuyordum. O bebeğin normal bir hayatı olmayacaktı. Bu kan emen canavara dönüşmese bile. Kurt adam geni taşıdığına emindim. Ve Caroline'ın bundan haberi bile yoktu.Ayrıca bir de gündüzleri dışarı çıkamıyorduk. Bu da başlı başına bir sorundu. Gün ışığını en çok da Rebekah özlüyordu. Güneşi seviyordu o. Ama artık doya doya altında dolaşamıyordu. Bir ailesi olamayacağını da biliyordu. Beni en çok üzen şey küçük kız kardeşimin durumuydu.
Hep ölümsüz olmak isterdim ama bu şekilde değil. Kampa dönüşümüz bile beni korkutuyordu artık. Mikael'den de daha çok korkuyordum. Çünkü o da dönüşmüştü ve artık daha tehlikeliydi. O da bizim gibiydi ama daha dirençliydi. Gücünün de direnci gibi fazla olmasından korkuyordum.
Gece yarısı çadıra döndüğümüzde her zaman yaşadığım yer bana yabancı gelmişti. Başımı yastığa koymuş ama rahatça uyuyamamıştım. Ben sanki başka biriydim. Daha tehlikeli daha kötü ve kindar. Bu büyü benim her şeyimi değiştirmişti. Hayat planlarım da buna dahil.
Bencilce olduğunu bilsem de Caroline'ı dönüştürmek istiyordum. Onunla sonsuza kadar yaşamak istiyordum. Ama bir de bebeğimiz olacaktı. Onu dönüştürürsem bebeğimizin öleceğini biliyordum. Bu yüzden sabırlı davranıyordum. Ama onu dönüştürmeyi kafama koymuştum. Onun yaşlanmasını ve ölmesini izleyemezdim. Onu mutlaka dönüştürecektim...
Sabah olduğunda cızırtı sesleriyle zorlukla daldığım uykumdan uyandım. Tüm oğlan kardeşlerim ve Mikael yataklarındaydı. Ama Esther ve Rebekah yoktu.
Başımı cızırtının geldiği yöne çevirdiğimde Rebekah'yı gördüm. Elini çadırın perdesinden dışarı çıkarıyor yanmasını izliyor ve tamamen yanmadan hemen önce geri çadıra sokuyordu.
Yatağımdan yavaşça kalkıp yanına gittim "Bunu yapma." Dedim elini kavrayıp kendi ellerimin arasına alırken. "Çok özlüyorum." Dedi ağlamaklı bir sesle. "Güneşin anlında mine çiçeği ve mantar toplamayı özlüyorum." Diye ekledi. Tutuğum ellinden çekip onu kendime çevirdikten sonra onu kollarımın arasına aldım. Söyleyebileceğim bir şey yoktu ama sarılmak her zaman iyi gelirdi.
Rebekah'nın gözyaşları omzuma teker teker damlarken çadırın perdesi aralandı. İçeri elinde bir kutuyla Esther girdi. Ben Rebekah'yı bıraktığımda ikimiz de Esther'e döndük. Esther "Uyanın." Diye bağırdığında herkes yavaşça yataktan başlarını kaldırdı.
Herkes kendine gelip dikkatini Esther'e verdiğinde "Bu kutunun içinde altı tane yüzük var." Dedi. Bu sırada kutuyu açmıştı. "Bunlar büyülü yüzükler. Sizi güneşten koruyacaklar. Bunlar sayesine güneşe artık çıkabileceksiniz." Diyerek sözünü tamamladı.
Rebekah'nın yüzünde bir gülümseme belirirken ben hiç bir tepki vermedim. Ve bu sırada Esther tüm çadırı dolaşarak her birimizin eline bir yüzük bıraktı.
Benim elime bıraktığı lacivert taşlı bir yüzüktü. Parıltısı içindeki büyünün sebebi olmalıydı. Parmağımdan adla çıkaramayacağımı bu yüzüğü ilk defa parmağıma geçirdim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
أدب الهواةAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE